Döviz baskısı kalıcı olabilir mi?

Tuğrul BELLİ
Tuğrul BELLİ GÜNDEM [email protected]

Son günlerde sermaye hareketleri ve kurların serbest olduğu bütün gelişmekte olan ülkelerden büyük miktarda dolar çekilişine paralel olarak yüksek oranlı bir devalüasyon hareketi yaşanıyor. Bu hareket FED'in çok ciddi miktarda döviz swapı işlemi yapmış olduğu Euro, sterlin ve İsviçre Frankı gibi para birimlerinde bile görülüyor. Euro'nun dolara karşı yaz aylarında ulaşmış olduğu ortalama 1.56 noktalarından bugün için 1.285 seviyelerine gerilemiş olması bir ay gibi kısa bir sürede yüzde 18 gibi önemli miktarda değer kaybettiğini gösteriyor. Bizim gibi parası "hard currency" olmadığı için FED ile döviz swapı yapamayan ülkelerde ise durum daha da feci. (Her ne kadar bazı yorumcular Merkez Bankası'nın FED ile swap anlaşması yapması gerektiğini öne sürüyorlarsa da, böyle bir anlaşmanın olasılığını ben sıfır olarak görüyorum, çünkü bizim böyle bir anlaşma yapmamız demek 20-30 kadar diğer gelişmekte olan ülkenin de böyle bir anlaşma talebinde bulunması demek ki, FED'in böyle bir talebi karşılaması imkansız.) Yapılabilecek belki de tek şey kuruluş amacı zaten bu tip ödemeler dengesi krizlerinde ülkelere geçici kaynak sağlayarak krizlerin daha kısa sürede atlatılmasını sağlamak olan IMF ile yapılacak bir anlaşma olabilirdi. Olabilirdi diyorum çünkü bu konuda hükümet kanadında hâlâ somut bir atılım yok. Ayrıca, artık Macaristan, Ukrayna ve Pakistan gibilerinin arkasında sıraya yazılmak durumundayız.

IMF opsiyonunu bir kenara bırakırsak açıkçası bu aşamada kamu otoritelerinin yapacağı hiç bir şey yok. Son günlerde ortaya atılan palyatif çözüm önerilerinin hiçbiri bugün TL üzerindeki (ve diğer pek çok gelişmekte olan ülke paralarında görülen) baskıları azaltıcı bir etki sağlamayacaktır. Örneğin yurtdışından alınan vadesi bir yılın altındaki kredilere uygulanan yüzde 3'lük KKDF kesintisinin kaldırılması para akışının yönünü değiştirmeyecektir. Yurtdışında plase edilmiş TC vatandaşlarının tasarruflarının yurtiçine çekilmesi de çok zor gözükmektedir. Şüphesiz bu paraların önemli bir kısmı zaten alınan kredilerin teminatı olarak durmaktadır. Bir kısmı da eminim ki global krizden etkilenmiş ve heba olmuştur bile. Diğer bir kısmının yurtdışında olma sebebi de zaten Türkiye ekonomisine karşı yılların getirdiği genel bir güvensizliğin sonucudur. Bugün Türkiye'nin daha güvenli bir liman olduğunu söylemek ise maalesef oldukça zor.

Esasen son günlerde yaşanan devaluasyonun çok inandırıcı bir açıklaması da yok doğrusu. Piyasa ağzıyla izahat hedge fonların ve diğer yabancı yatırım fonlarının nakit ihtiyaçlarını karşılayabilmek için fiyata ve zarar yüzdesine bakmadan Türkiye piyasasından çıkmaları. Ancak, tahvil ve hisse senedi piyasalarındaki işlem hacimlerine baktığımızda bu kadar büyük oranlı bir devaluasyonu beraberinde getirecek bir çıkış görmüyoruz doğrusu. Bu piyasalarda işlem hacimleri çok düşük düzeylerde. Tabii, gecelik vadelerde yatan paraların çekilmesi söz konusu olabilir. Ancak, özellikle hedge fonların bugüne kadar çekilmemiş olan ve bu kadar yüklü miktarda gecelik mevduatlarda yatan paraları olduğunu pek zannetmiyorum doğrusu.

Normal şartlarda Türk bankalarının TL'yi daha iyi savunmaları gerekir. Ancak, belli ki onlar da döviz likiditeleri konusunda ciddi endişeler taşıdıkları için böyle bir aksiyon alamıyorlar. Böylece arzın kesildiği bir ortamda az bir talep bile dövizde ani ve yüksek artışlara sebep olmakta. (Diğer bir açıklama da bilanço-içi açık pozisyonlarını kısa vadeli swap ve benzeri enstrümanlarla kapamaya çalışan bankaların yeni swap yapamadıkları için yavaş yavaş bilanço içinde de açık pozisyona düşmeye başladıkları ve pozisyon kapatmak için değil döviz arzı yaratmak, döviz talebi yarattıkları şeklinde olabilir. Ümit ederim böyle bir durum söz konusu değildir.) Halbuki, kurların artması bankalar açısından hiç de istenen bir durum değil. Artışın döviz borçlusu reel sektör firmaları üzerindeki menfi etkisinin yanısıra, kalıcı faiz artışlarına sebep olmasıyla bankaların tahvil portföylerinde de zarar oluşturması söz konusu olacaktır.

Bilindiği gib 2006'da kısa bir devalüasyon dalgası yaşanmış ve (üstüne basarak ifade edeyim ki Sn. Yılmaz'ın yüzde 4.25'i bulan panik faiz artırımları sayesinde değil) yurtdışı piyasaların yatışmasıyla kurlar bir süre sonra eski düzeylerine gelmişti. Dün esasında finans sektöründeki zayıflıklar dolayısıyla bizden çok daha ciddi riskler altında bulunan Macaristan'ın 3 puan faiz artırması, ümit ederim ki bizim Merkez Bankası'nı da gene bu yönde bir karar almaya teşvik etmemiştir. (Siz bu yazıyı okurken karar çıkmış olacak.) Böyle bir karar dövize baskıyı hafifletmeyeceği gibi zaten ciddi bir durgunluk arzeden iç piyasanın iyice daralmasına yol açacaktır. Öte yandan, dış kaynak kısıntısının bir süre daha devam etmesi halinde döviz kurlarının geri gelme olasılığı da zayıflayacaktır. Bugün uluslararası para piyasalarından kaynaklanan baskılar yarın Türkiye'nin cari açığından kaynaklanmaya başlayacaktır. Emtia, enerji, petrol vs. fiyatları nereye düşerse düşsün, yaşanan yüksek oranlı devalüasyonun kalıcılık arz etmesi durumunda enflasyon üzerinde geçiş etkisi (pass-through) nedeniyle menfi etkileri olmayacağını da söyleyemeyiz doğrusu. Bu şartlar altında stagflasyonu (ekonomik duraklama ile birlikte enflasyon) bir kenara bıraktık, Türkiye bir süre için, bir neolojizm kullanmak gerekirse, "resenflasyon" (ekonomik daralma ile birlikte enflasyon) bile yaşayabilir.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Dar bir koridor! 10 Ekim 2019
IMF 4. Madde bildirisi 26 Eylül 2019