Dost edinmek ve nüfuz sahibi olmak
Türkiye’nin zorlu bir bölgede olduğu sıklıkla söylenir. Diğer bölgelerin aksine Marmara Denizi, Karadeniz ve Ege’nin doğusunda Asya, batısında Avrupa ve güneyinde Ortadoğu olan ülkemiz çok farklı yönde hareket eden güçlerin etkisi altındadır.
Gelişmiş dünyanın sorunları Türkiye’nin de sorunudur. Gelişmekte olan dünyadaki sorunlar da yine Türkiye’yi etkiler. Komünizm, liberalism, Arap ulusalcılığı, mezhepçilik: Türkiye kendini her zaman tüm bu akımların ortasında bulmuştur. Bu kadar değişken bir bölgede dost edinmek ve nüfuz sahibi olmak imkansız bir çaba gibi görünür. Bir dost edinir, karşılığında bir dosttan vazgeçmek zorunda kalırsınız; bir düşman edinir, ardından dost olmayı düşünmediğiniz bir tarafla dost olmaya mecbur kalırsınız. Türkiye bu kadar pürüzlü ve öngörülemez bir denizde yoluna nasıl devam edebilir?
Türkiye bu günlerde güvenilir dost kıtlığı ile karşı karşıya olan, istikrarsız ortamda yaşayan bir ülke durumunda. Mevcut jeopolitik manzarayı kısaca özetleyebilir misiniz?
Azerbaycan ve Gürcistan dışında ilişkilerimizi mükemmel diye niteleyebileceğimiz başka bir ülke yok gibi görünüyor. Komşularımızın çoğuyla sorunlarımız var. Bazı sorunlara aşinayız artık: Türk askeri birlikleri şu anda Suriye’de; Afrin Harekatı genişleyerek sürüyor. Ruslar Türkiye’nin İdlib’e gözlem noktaları kurma sözünü tutmasını bekliyor, ancak bu süreç yavaş ilerliyor. Irak’ta yıllar süren zorlukların ardından hükümetimiz Irak merkezi hükümetiyle ilişkilerimizi iyileştirme çabası içinde.
Türkiye’nin Suudi Arabistan ve Körfez ülkeleri ile ilişkiler pahasına Katar’ın tarafını tutması sebebiyle Körfez bölgesiyle ilişkiler de hayli sorunlu. Geçtiğimiz haftalarda Mısır hükümetinin tüccarlarına Türkiye’den ithalatı durdurmalarını söylediğine dair haberler çıktı. Müslüman Kardeşler deneyinin sona ermesinden bu yana Türkiye, Mısır hükümetiyle ilişkilerini düzeltemedi. Bu Ortadoğu politikalarına gerçekçi bir bakış değil çünkü Mısır çok kritik bir ülke. Eğer Mısır’la iyi ilişkileriniz olmazsa, Ortadoğu’daki diğer ülkelerle de çok etkin ilişkiler kurmakta zorlanırsınız.
Yunanistan ve Kıbrıs’a dönelim: Kıbrıs Türk ve Rum yönetimleri arasındaki barış görüşmelerinden elle tutulur bir sonuç çıkmadı. Türk tarafı Yunanların kabul edilebilir bir anlaşmaya yapmaya niyeti olmadığına ikna olmuş durumda. Denizaltı kaynaklarıyla ilgili ihtilaflar var. Kıbrıs Rum hükümeti, Türk tarafıyla herhangi bir müzakereye girilmesinin Kuzey Kıbrıs’ı tanımak anlamına geleceğine inanıyor. Bu yüzden de kaynakların paylaşımı konusunda pazarlığa oturmaktan korkuyor. Ayrıca tüm kaynakları kendi yönetmek peşinde. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ne kendi ayakları üzerinde durabilmesine ve refah seviyesini yükseltmesine imkan sağlayabilecek bir paylaşıma girmek istemiyor.
Ege’ye geldiğimizde üzerinde yaşamanın bile mümkün olmadığı birkaç kaya parçası etrafında dönen tartışmalar görüyoruz. Sorun bir yandan ulusalcı bir Yunan savunma bakanı, diğer yandan iktidarı bu “koskoca” adaları Yunanistan’a vermekle suçlayan Türk ana muhalefeti tarafından abartılıyor. İki taraf da sorunun çözümü konusunda hassas ve esnek değil. En mantıklı çözüm o kayaları şimdilik kendi hallerine bırakmak olabilir.
Uluslararası ilişkiler bugünlerde rasyonelden ziyade ideolojik gibi görünüyor. Herkes görüşünde ısrar ediyor. Türkiye’nin ideolojik tutumu komşularıyla ilişkilerine zarar verdi mi?
Buna daha geniş bir çerçeveden bakalım. Türkiye’nin süper güçlerle zor ilişkileri var: Tarihsel müttefiki ABD ile sorunları var; Almanya da artık Türkiye’nin güvenilir destekçileri arasında değerlendirilemez. Diğer Avrupa Birliği ülkeleri Türkiye’ye eskisi kadar önem vermiyor.
Bütün bunlar Türkiye’nin bu toplumlara ve kurumlara erişerek nüfuzunu kullanabilmesini sınırlıyor. Böyle olumsuz bir imajınız olduğu zaman, dost bildiğiniz çevreler de diğer ülkelerle olan ihtilaflarınıza kayıtsız kalıyor, size destek vermiyor.
İlginç bir biçimde, son zamanlarda Türkiye’nin içine düştüğü zor durumunun bazı olumlu sonuçlar doğurabileceği de ileri sürülüyor. Bu düşünce tarzına göre, tüm zorluklara rağmen, Türkiye önemli bir ülke olmaya devam ediyor. Türkiye’nin geleneksel ilişkilerinden kopması, Avrupa ve dünya düzeni için de çok ciddi güvenlik riskleri, siyasi ve iktisadi sorunlar doğurur. Örneğin bazı gözlemciler, Avrupa ülkelerinin PKK’ya karşı izledikleri yumuşak tavrı değiştirmeye başladığını, mevcut politikaların sürdürülmesi durumunda, Türkiye’deki sorunların Almanya’ya ve diğer ülkelerde yayılarak, onların da iç barışını tehdit edebileceğini ileri sürüyorlar.
Türkiye bazı açılardan tam bir kilit taşı gibi, bu da Türkiye’ye büyük güçlere kafa tutma potansiyeli veriyor. Peki bu durum Türkiye için daha fazla pazarlık gücü anlamına mı geliyor yoksa süper güçlerle uğraşmaya mahkum mu?
Tüm ülkeler süper güçlerle uğraşmaya mahkumdur, bundan kaçış yok. Bu güçlerin küresel sistemdeki konumları iki kutuplu dünyanın parçalanmasıyla zayıflamaya başlamıştı. Fakat bu yok oldukları anlamına gelmiyor. Şu anda Rusya ve ABD arasındaki ilişkilerin kötüleştiğini görüyoruz. Bu gidişat, güvenlik saikiyle, istemesek de bizi tekrar süper güçlerden biriyle daha yakın bir ilişki kurmak durumuna geri döndürebilir.
Soğuk Savaş dönemine mi dönülüyor?
Belki de. Tabii arada bir fark var, o da ABD’nin eskisi kadar dünyayı yönetmeye hazır ve niyetli görünmemesi. Ayrıca insanların ABD’nin ne kadar güvenilir olarak algıladığı konusunda sorun var. Giderek büyüyen Avrupalı bir çoğunluk ABD’ye Soğuk Savaş döneminde güvenildiği kadar güvenilmemesi gerektiğini düşünüyor. Eğer ABD-Rusya ilişkileri kötüleşirse, Avrupa kendi ilişkilerinin de Rusya’yla kötüleşmesini engellemeye çalışacaktır.
Şu anda Türkiye’nin dış politikasına baktığınızda, ülkemiz çok sayıda ülke ile müzakerelere girerek, ikili anlaşmalar yaparak, süper güçlerin etrafından dolanmaya çalışıyor. Yükselen güçleri her zaman bekleyen bir tehlike, gücünü abartmasıdır. Örneğin Japonya, İki Savaş Arası Dönemde böyle bir tuzağa düşmüştür. Türkiye’nin de kendi başarılarından fazla etkilendiği ve kapasitesini olduğundan fazla değerlendirdiği endişesini taşımıyor değilim. Amacım ülkemizin başarılarını küçümsemek değil ama güvenlik ve ekonomi alanlarında birçok kırılganlıkla karşı karşıyayız. Tipik bir örnek verecek olursak, Afrin’de Rusya Suriye hava sahasını bize açmasaydı, Türkiye Zeytin Dalı Harekatı’nı sürdürmekte çok daha büyük zorluk yaşardık. Türkiye’nin yapabileceklerinin de bir sınırı olduğunu kabul etmemiz gerekiyor.