Dönüşüm niyeti yetmez, programı lazım

Adnan NAS
Adnan NAS ASLINA BAKARSANIZ [email protected]

Daha geçen yazımızda, yerel seçimler sonunda başlayacak yeni dönemde süratle ve kararlı olarak artan kırılganlığı azaltmaya odaklanmamız gerektiğini, yavaşlayan büyüme ile kendiliğinden azalan cari açığı telafi takıntısıyla bütçe açığını azdırma ve dış borçlanma limitlerini zorlama halinde istenenin tam aksine stagflasyonun yani hem enflasyon, hem de durgunluğun derinleşeceğini belirtmiştik.

Gerçekten de önümüzdeki seçimsiz dört buçuk yıl, sonuçlarına katlanmayı göze alamadığımız için sürekli kaçındığımız gerçek “restorasyon ve doğru yörüngeye giriş” stratejisi için belki de son şansımız. Değerlendiremezsek ülkeler liginde bir alt kümeye düşmemiz ve G-20 içinden çıkmamız kaçınılmaz hale gelebilir. Zaten öteden beri belirttiğim gibi yüksek katma değerli ve kalıcı büyüme açısından “milli gelir sıralamasında ilk on ekonomi arasına girme” hedefinden çok daha anlamlı ve gerçekçi olan “kişi başına milli gelirde ilk otuz ekonomi arasına girme” hedefiyle de uyumlu olacak strateji budur. Bu stratejik hedef, refahın ve gelişmenin asıl anahtarı olacağı gibi toplam milli gelirde ilk 20 içinde sürekli kalmanın ve ilk 10’a yaklaşmanın da tek yoludur. Yoksa haklı olarak sıcak para ve tüketime dayalı mevcut büyüme modeline karşı çıkan bazı ünlü iktisatçılarımızın savunduğu gibi sadece enflasyonun altında gelir artışı ve enflasyonun üstünde döviz kuru artışıyla refah kendiliğinden gelmez. Verimliliği, sanayinin milli gelirdeki payını, yüksek katma değerli üretimi ve yatırımcı güvenini sağlamadan kişi başına gelir ve toplumsal refah artmaz.

Restorasyon ertelenmiş görünüyor

Ne var ki seçimlerden sonra iki hafta geçmesine rağmen gündemin ağırlığı hala ekonomiye dönmediği gibi, Hazine ve Maliye Bakanı’nın merakla beklenen kritik reform paketi sunumunun ve ABD’deki toplantılarda yaptığı açıklamaların da yatırımcıların, reel kesimin ve finansman kuruluşlarının sıcak sorunlar ile ilgili olarak beklediği ayrıntılı cevapları içermediği, bazı yaklaşım ilkeleri ve sektörler bazında stratejik plan taahhüdü ile sınırlı kaldığı görülüyor. Beklenti IMF ile birlikte ya da IMF ile anlaşma olmaksızın hükümet inisiyatifinde bir restorasyon programı iken bu kritik kararın şimdilik ertelendiği anlaşılıyor. Sunum’un başlığının “yapısal dönüşüm adımları” olması ve sadece 2019 yılında yürürlüğe konacak düzenlemeleri içerdiğinin belirtilmesi, reformların ise 2020’den başlayarak hayata geçirileceğinin vurgulanması da bunu doğruluyor. Açıklamalar, bir anlamda, altı ay önce ilan edilen ve gerçekçi tespitleriyle umut veren Yeni Ekonomi Programı’nın hemen değil zaman içinde peyderpey uygulanacağını, dolayısıyla keskin bir yapısal dönüşümden çok bir onarım süreci düşünüldüğünü ima ediyor. Dolayısıyla üretim yapısında ve büyüme modelinde bir değişimin hedeflendiğine ilişkin açık bir işaret söz konusu değil.

Açıklamalarda yer alan en somut ve rakamsal adım, kamu bankalarının sermayelerinin, 28 milyar TL devlet iç borçlanma senedi verilerek güçlendirilmesi. Özellikle dış finansman çevrelerine, bankacılık sisteminde artan kırılganlığın ve kötüleşen rasyoların düzeltilmesi ihtiyacının önceliklendirildiği mesajı verilmiş oluyor. Genel olarak bankacılık kesiminin de sermaye arttırması, dengelenme süreci boyunca da temettü dağıtımlarını ve yöneticilere prim ödemelerini durdurmaları/sınırlandırmaları öngörülüyor. Borçların yeniden yapılandırılması ve icra-iflas süreçlerinin hızlandırılması için yeni bir yasal ve hukuksal çerçeve oluşturulması, bazı sorunlu kredilerin bankalar ve uluslararası yatırımcıların iştirakiyle kurulacak fonlara devredilmesi ise özellikle inşaat ve enerji sektörlerinde biriken risklerin telafisi için telaffuzu zorunlu görülen, ancak altının doldurulmasına ihtiyaç bulunan taahhütler gibi görünüyor. Sosyal güvenlik alanında özellikle kıdem tazminatı fonu gibi hususlar da aynı nitelikte. Ayrıca hukuk ve yargı alanında kapsamlı bir reform hazırlığından söz ediliyor. Vergi dönüşümü başlığı altında da vergi tabanının genişletilmesi, kayıtdışı ile mücadele, istisna ve muafiyetlerin azaltılması gibi zaten Vergi Konseyi bünyesinde 15 yıldır üzerinde çalışılan fakat bir türlü yasalaşmayan çalışmaların zikredilmesiyle yetinilmiş. Tarım, turizm ve lojistik gibi sektörler ile ihracat, sanayide yerlileştirme gibi alanlarda yıl içinde açıklanacak master planlara atıf yapılıyor. Bütün bunlar tabii ki uluslararası gözlemci kuruluşların ve yatırımcıların vergi artışı ve zamlar gibi somut istikrar önlemi bekleyişlerini karşılamaktan uzak. Nitekim piyasaların tepkisi de, döviz kurundaki yükselişten belli ki, olumlu değil.

YEP’nın gerisindeyiz

Kısaca altı ay önce açıklanan Yeni Ekonomi Programı’nın gerisine düşmüş durumdayız. En azından IMF’siz de olsa aynı içerikte bir istikrar programı beklentisi şimdilik karşılık bulmamış oluyor. Çok açık olmasa da bugünden maliyetlere katlanma yerine, gelecek potansiyelinden güven inşa etmeye yönelik bir yaklaşım izlenimi doğuyor. Sıcak sorunlara finansmanı net olmayan fonlarla çözüm arayışı bunun göstergesi gibi. Muhtemelen yatırımcı güveninin artacağı ve dış kaynak akışının sağlanacağı umuluyor. Bu bağlamda tek güvence TCMB’nin sıkı para politikasının devam ediyor olması.

Fazla vakit kaybetmeden ekonomide yol haritasını gerçek bir dönüşüm doğrultusunda netleştirmedikçe, ne beklenen dış kaynak girişini sağlamanın, ne güveni arttırmanın, hatta ne de başımız sıkışırsa çantada keklik sandığımız IMF’yi ikna etmenin pek mümkün olmayacağını kabullenip ona göre davransak iyi olacak...

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Seçim biter, kriz bitmez 02 Temmuz 2019
Yolun sonuna geliyoruz 11 Haziran 2019