Donanım ve güven eksikliğini aşmak

Adnan NAS
Adnan NAS ASLINA BAKARSANIZ adnan.nas@stfa.com

 

 

Türkiye'nin çok uzun zamandır "gelişmekte olan ülkeler" grubuna çakılıp kalması ve arada bir atılımlar yapsa da bir türlü üst lige çıkamaması, aslında pek çok alanda karşılaştığımız ve çözmekte zorluk çektiğimiz zorluk ve başarısızlıklar ile aynı nedenlerden kaynaklanıyor. Bu nedenlerin en önemlisi de temel zenginlik kaynağımız olan insan malzemesine yaptığımız yatırımın yetersiz olması. Donanımı eksik insan kaynağı, bir de başta adalet sistemi olmak üzere kendisini kuşatan derin bir kurumsal altyapı zaafı ile karşılaşınca uzun vadeli ve belirsizlik riski taşıyan çabalara değil, kısa vadeli hedeflere ve fırsatlara odaklanıyor. Toplumsal değer sisteminin düzeyini de olumsuz etkileyen bu durum, bilim, araştırma, teknoloji ve yenilikçilik konularındaki kısırlığa da, verimlilik ve rekabetçilik yarışında geri kalınmasına da katkı yapıyor. Genç ve hırslı nüfusumuza rağmen toplumsal performansımıza damgasını vuran yavaşlığımızı bu şekilde açıklamak mümkün.

Teknoloji ve eğitime yatırımın getirisi yüksek
Hal böyleyken bunu değiştirecek eylem ve politikalar tasarlıyor ve uyguluyor muyuz diye bakarsak, tatmin edici bir cevap vermek zor. Son yıllarda bütçedeki payını arttırmış olsak da, eğitime ayırdığımız kaynak dünyadaki başarı örneklerinin hala çok gerisinde. Kaldı ki bu aşamada yapılan yatırımlar da daha çok okul ve araç-gereç gibi fizik unsurlara yani niceliğe yoğunlaşıyor; nitelik üzerinde durmaya henüz sıra gelmiş değil.
Öte yandan, endüstri toplumunda sermayenin oynadığı kilit rolü yeni çağın ekonomisine adını veren bilgi toplumunda üstlenen bilgi ve iletişim teknolojilerinde gelişme tempomuz yavaş. Bütün araştırmalarda ürün, hizmet ve süreç inovasyonlarında en önemli etken olduğu ortaya çıkan bu teknolojilerin sektör olarak ekonomi içindeki payı artınca, faktör verimliliği yoluyla, ekonomik büyümeye de önemli katkı sağladığı kabul ediliyor. Hatta oransal ifadesiyle 1 birim ilave BİT yatırımının milli gelirde 1.8'lik büyüme sağlayacağı hesaplanıyor.
Eğitim yatırımlarının da işgücü niteliğinde sağladığı artış ile büyüme ve refah üzerinde benzer bir etki yaptığı, sermaye birikimi ve verimlilik alanında yapılan ampirik gözlemler ile doğrulanmış durumda. Kısaca, eğitim ve BİT yatırımları, aynı gelir artışını en az sermaye ile sağlama yönünden yani iktisat terimiyle sermaye/hasıla katsayısının düşüklüğü itibariyle de bizim gibi ekonomiler için hayati önemde.

Eğitim kalitemiz düşük
Oysa eğitimin niteliğinde nerede olduğumuz ile ilgili araştırma ve tespitler, daha gideceğimiz uzun bir yol olduğunu gösteriyor. OECD'nin "Bir bakışta eğitim" adlı yıllık raporunun 2011 versiyonunun ayrıntılı özetini de içeren bir araştırma, Fatih Yardımcıoğlu ve Temel Gürdal adlı iki araştırmacı tarafından Finans, Politik ve Ekonomik Yorumlar Dergisi'nin Ağustos sayısında yayınlandı. Öğrenci-öğretmen oranı, öğrenci başına toplam eğitim harcaması ve uluslararası sınavlarda başarı düzeyi gibi üç ölçüt itibariyle Türkiye'yi 25 OECD ve 15 AB ülkesiyle karşılaştıran araştırma, üç alanda da listenin en dibinde olan iki ülkeden biri olduğumuzu vurguluyor (Diğeri Meksika).
Sıralamadaki yerimiz dışında diğer ülkelerle puan farklarına göz atıldığında öğrenci-öğretmen oranında yani sınıf büyüklüğünde okul öncesi ve yüksek öğretim aşamalarında durumumuz daha da kötü. Öğrenci başına toplam eğitim harcamalarında ise Türkiye'nin 1614 dolarlık düzeyi ile sözgelişi 15 AB ülkesinin ortalama düzeyi arasında 7 kata yakın bir fark var. Belki de en önemli kriter olan uluslararası sınav sonuçları (PISA testleri) açısından tek tesellimiz Meksika'nın üzerinde bir puan almamız. Ayrıca bu testlerin üç alt başlığından bilim ve matematik alanlarında öğrencilerimizin performansı çok kötü iken, okuryazarlık kategorisinde, sıralamadaki yer değişmese de, biraz daha iyidir.
Bilgi ve uygulama becerilerinin bir numaralı gelişme faktörü olduğu bir çağda, demografik avantajımız da var iken, aktif genç nüfusu donatmada çok daha başarılı olmaya mecburuz. OECD'nin yani yayınladığı 2012 raporunda da değişmeyen bu eğitim kalitesi ile teknolojik düzeyimizi, rekabet gücümüzü ve yurtiçi katma değeri arttırmamız dolayısıyla büyümeyi sürdürülebilir kılmamız sürpriz olur.

Bilişimde de potansiyelin gerisindeyiz
Bilgi ve iletişim teknolojilerindeki durumumuzu da geçenlerde yayınlanan YASED'in "2023 hedefleri yolunda BİT" başlıklı raporu ayrıntılı olarak açıklıyor. İletişim altyapısında biraz daha erken davrandığımız için göreceli olarak potansiyeline daha yakın olan sektör, bilgi teknolojilerinde ise potansiyelinin çok altında. Global ölçekte 4.1 trilyon dolara ulaşan sektörün Türkiye'deki büyüklüğü 30.3 milyar dolar. 17nci büyük ekonomi olarak dünya üretimindeki payımız yüzde 1'i aşarken, özellikle bilgi teknolojilerinde global pazardaki payımızın binde 4 düzeyinde kalması dikkat çekiyor. 2023 hedefleri için sektörün büyüme hızının üç katına çıkarılması ve ülkenin bölgesel ürün ve hizmet ihtiyacına cevap veren bir bilişim üssü haline getirilmesi gerekiyor. Ayrıca bilişim hizmeti ile yazılımın BİT sektörü içindeki payının da bugünkü gibi yüzde 20'lerde değil, dünyadaki gibi yüzde 70'lerde olması amaçlanmalı.
Tabiidir ki bu dediklerimiz, kapsamlı bir stratejinin parçaları olarak hayata geçebilir. Gayrimenkul rantını vergiden muaf tutan bir mevzuat ile yatırımları teknolojiye ve eğitime yönlendirmek kolay olmayacak.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Seçim biter, kriz bitmez 02 Temmuz 2019
Yolun sonuna geliyoruz 11 Haziran 2019