Domates, biber, patlıcan...

Nevzat SAYGILIOĞLU
Nevzat SAYGILIOĞLU EKO ANKARA [email protected]

Son günlerde ve hatta aylarda gıda fiyatlarında yaşanan gelişmeler, rahmetli Barış Manço’nun “Domates, biber, patlıcan…” şarkısını akla getiriyor.
Muhteşem bir melodi ve şimdileri anlatan çok anlamlı sözler…
“Domates biber patlıcan
Bir anda bütün dünyam karardı
Bu sesle sokaklar yankılandı

Şimdi benden çok uzaklardasın biliyorum
Belki bir gün dönersin diye dualar ediyorum
Seni bir defa görsem yeter
İnan ki bu bir ömre bedel
Yeter ki…”
Gerçekten de Barış Manço’nun doyumsuz sesiyle ilk dizelerinde sokakları çınlatan ifadeleri, son dizelerle adeta günümüze yansıyan bir özlemi dile getiriyor.
Bundan birkaç ay önce soğandan ve patatesten başlayan ve şimdilerde de biber ve patlıcana yansıyan gıdada yaşanan fiyat artışları nedeniyle ortalık adeta yangın yeri.
Piyasalara ayar verme tavrı ve tehdidi içerisinde sürekli fail arayışı ve sanki yarın sonuç verecek gibi çok hızlı çözüm önerileri…
İşin magazin ve siyaset tarafını bir yana bırakarak biz de bir değerlendirme yapalım.
Tarladan soframıza gelen bu zorunlu gıda ürünü sebze ve meyvenin fiyatını belirleyen üç etmen veya unsur olsa gerek;
- Birincisi, üreticinin ürettiği ürün miktarı,
- İkincisi tüketicinin tükettiği veya tüketmek zorunda olduğu ürün miktarı,
- Üçüncüsü de bu üretim ve tüketimi piyasalandıran depolama ve dağıtım mekanizmaları.
Bunlardan birinin olmaması, aksaması veya yetersiz kalması halinde ortaya çıkacak sonuç fiyat değişmeleridir. Bu fiyat değişmeleri şimdiki gibi yukarı yönlü olabileceği gibi aşağı yönlü de olabilir.
Şimdi bunların her birini sorgulayalım.
Üreticinin ürününün para ettiğini söylemek mümkün mü? Gübre, mazot, tohum ithalat konusu olacak ve bu ithal girdileriyle yurtiçine düzenli ve kazançlı ürün sunacaksın öyle mi? Ülkenin yapısal sorunlarından birisi ortada dururken yani zincirin en önemli halkası olan “üretim” ayağı kendi kaderine bırakılırken nasıl çözüm bulunabilecek?
Üstelik tüm Ege ve Akdeniz bölgesindeki tarlalar, bahçeler, seralar, çiftlikler sellere ve fırtınalara maruz kalırken elbette ürün kalmayacak ve bunun doğal sonucu da fiyatların artması olacaktır.
Tüketim tarafında da tüketimi tetikleyen yeni bir unsur var mı? Yani hangi tüketicinin tüketim alışkanlıkları ya da ilgisi değişmiştir? Sezon dışı özellikle sera ürünlerini talep etmek de suç değil herhalde. Ve de toplam talep içinde hiçbir öneme sahip değil. Dolayısıyla bu tarafta da ciddi bir farklılık yok.
O zaman iş üçüncü unsura kalıyor, yani depolama ve dağıtım mekanizmaları. Bu noktada da geçmişten gelen kronik sorunların olduğu ve bugüne kadar çözümü yolunda adımların atılmadığı ortada. Örneğin Hal Kanunu ile ilgili olarak bir şey yapılmadığı çok net biliniyor. Elma, limon, narenciye, patates, soğan gibi meyve ve sebzelerin dönemsel üretimlerini yıla yaymak adına depolandığı malum. Ama ne yazık ki bu depolar denetim ve kolluk kuvvetleri marifetiyle basılarak yazılı ve görsel basına malzeme oldu.
Şimdilerde gıda fiyatları mercek altında ve çözüm arayışları var.
Öne çıkan iki çözüm: Seralar için finansal destek verilmesi ve belediyeler eliyle tanzim satış mağazalarının yeniden açılması.
Yine ve yeniden geçici çözüm arayışları!... Üstelik tam da yerel seçimler arifesinde. Mevcut belediye başkanları tanzim satış organizasyonuyla mı uğraşsın, seçimlere mi yoğunlaşsın?...
Bu çözümler piyasa mekanizmasına uygun değil. Bir yandan eğer ulaşılabilecekse devlet destekli ya da sübvansiyonlu kamu kaynağı tahsis edeceksin. Bir yandan da belediyeleri ticarete sorarak hem iş dünyasına rakip yaratacaksın ve hem verimsiz bir kamu işletmeciliği modeli oluşturacaksın.
Keşke karar mekanizmaları konuya kökten bakabilse ve çözümler üretebilse…

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar