Dolarınızı ne olursa bozarsınız?
Rahmetli babaannemin çok güzel bir lafı vardı: “Yok olan neyse, gönül onu arar.” Sözü görünce zihinlere üşüşen gönül ilişkileri çağrışımından azade bir bakış açısı ile; mevzuyu memlekete getirmek isterim.
Memlekette yıllar yılı iktisadi açıdan “yok olan” şey nedir? Yanıtı dövizdir.
Kendi reel gelir artışı yaratamayan, bu nedenle tasarruf üretemeyen, haliyle başkalarının tasarruflarına talip olan bir memleket için aranacak başkaca yanıt yoktur. 1977, 1994, 2001, 2018...Sebepler farklı olsa da sonuç, yoklukla yoğrulmuş bir milletin döviz açığıyla imtihanıdır. Hal böyle olunca, Türk halkı devalüasyonlarla yoğrulmuş bir ırkın ahvadı olunca, eğilimleri de kendilerini güvende hissetmedikleri anda döviz almaktır.
Türk Lirası, 2010 yılından bu yana değer kaybediyor. Bu süre zarfında sadece 1 yıl değer kazandı. Son altı yılda her yıl ortalama %15.5 değer kaybetmişiz. Bu oran, enflasyonun üzerinde olmuş. Gerçek kişilerin döviz varlığı 116 milyar dolarla tarihin en yüksek seviyesine çıkmış. Üstelik, kur krizinin yaşandığı 10 Ağustos tarihinden bu yana bakarsak, 46 haftanın sadece 6’sında döviz bozmuş, kalanının tamamında döviz almışlar. Bu süre zarfında ortalama alım maliyeti 5.60-5.70 arasında gerçekleşmiş.
Bunlar, bildiğimiz kısımlar. Şimdi gelelim, bundan sonrasına... Bloomberg HT Radyo’da, Pazartesi akşamı mikrofonu dinleyicilerimize bırakarak sorduk: “Ne olursa dolarınızı bozarsınız?” Gelen yanıtlar çarpıcı:
Kendimi güvende hissettiğimde
- Paramın değer kaybetmeyeceğinden emin olduğumda
- Alım gücümün erimediğinden emin olduğumda
- Enflasyon gerilediğinde
- Türkiye’nin CDS’leri (risk primi) yeniden 150’lere düştüğünde (şu anda 350).
- Yapısal reformlara dair izler bulabildiğimde
- Hukukun malımın teminatı olduğuna inanabildiğimde
Yatırımcıların bir kısmı, yaşananlara ideolojik bakıyor ve sorumluluğu hükümet üzerinden okuyor. Dolayısıyla yaşanan dönemsel gelişmeler ne olursa olsun, kara ya da zarara bakmadan dövizde kalmayı tercih ediyor. Bu davranış kalıbını değiştirmek pek kolay değil. Ancak bunların dışında şu yanıtlar da vardı:
- Dolar maliyetim düşük. 6’yı tekrar aştığında satarım.”
- Gayrimenkul piyasası hareketlendiğinde döviz satıp, ev alırım.
Dolarizasyon oranı yüzde 54’lere geldi
Bunlar da trader zihniyetiyle varlık sınıfı değiştirebileceğini söyleyenler. Yabancı para mevduatların M2 Para Arzı’na oranıyla ölçtüğümüzde, dolarizasyon oranı %54’lere kadar geldi. Yani cebimizdeki 100 liranın 54’ü yabancı para. Bunu ancak 1994 krizi sırasında %64’lere kadar geldiğimizde geçmişiz. İnsanlar döviz alıyor. Şirketler döviz borçlanıyor. Memleketin Hazinesi bile dövizle borçlanmayı tercih ediyor. Diyeceğim o ki, herkesin elinde döviz tutma nedeni farklı.
Fakat, şimdi önümüzde bir başka açmaz var. Faiz indirim döngüsüne girdik. Dünya çok destekleyici. G.Afrika, Rusya, Türkiye’den faiz indirimleri gördük. Bu hafta Brezilya ve Fed’den indirim gelecek. ECB’den de olacağı sinyalini aldık. Bu ortamda faiz aşağı gelecekse, acaba bunun döviz talebi üzerindeki etkisi ne olacak?
Mevduat faizleri 2 haftada yaklaşık 2.5 puan kadar aşağı geldi. Birçok bankada %20’nin altına inildi. Bankalarda mevduat faizi iki nedenle iniyor. Birincisi Merkez Bankası’nın indirim sinyali, ikincisi düşük kredi talebi. Bankalar, kredi talebinin yoğun olduğu zamanlarda maliyeti ikinci plana alıp kaynak toplamaya yönelebiliyorlar. Ancak bu öyle bir dönem değil.
Dolayısıyla banka elde edeceği kaynağı plase edecek bir yer olmadığında, mevduatta tok alıcıyı oynayabiliyor. Şimdi Merkez Bankası faizi indirdiğine göre, mevduatta da bunun bir yere kadar izlenmesi doğaldır. Bir yere kadar diyorum, lakin %24 mevduat faizine bakmayan insanların %17-18’lerin altında mevduat faizine kanaat edip dövizini bozmaları için beklentilerde ciddi farklılaşma gerek.
Neden? Çünkü enflasyonun düşmesi demek, fiyatların gerilemesi demek değil. Geçen yıl başında 100 lira olan mal, yıl sonunda 120 liraya çıktıysa, bugün fiyat artışı %10 ile sınırlı kalsa bile, o ürünün fiyatı 132 lira olacak demektir. Yani, fiyatların genel düzeyi hala yüksek kalmaya devam ediyor. İnsanların harcanabilir gelirleri de bu nedenle azaldı. Önceki yıl 4 kişilik bir ailenin haftalık market alışverişi (büyük şehirler için farazi) 350-400 TL iken, bugün bu rakam 550-600 liralara çıktı. Zorunlu harcamaların maliyetinin bu kadar yükseldiği yerde, insanlara “TL’de kal, bak su çok güzel” dediğinizde, aynı bakışı elde edemeyebiliyorsunuz.
Sözün özü...“Yok olan neyse gönül onu arıyor ya...”
Şu anda yok olan şey fiyat istikrarı. Onu sağlayamadığımız için insanları TL’ye ikna edemiyoruz.
Bu durum, baz etkisi ile gerileyen enflasyonu odağa alıp yapacağımız canlandırma politikalarının başarıya ulaşmasının önünde engeldir. Rakama bakıp “Enflasyonu şuraya indirdik” diye sevinebilir, politikaları buna göre dizayn etmeye çalışabiliriz. Ancak “alım gücü düşüşünü” bertaraf edemediğimiz sürece aradığımız canlanmaya istediğimiz ölçüde ulaşamayabiliriz...