Dolar-TL kuru nominal olarak yükselirse, ihracat artar mı?

Gündüz FINDIKÇIOĞLU
Gündüz FINDIKÇIOĞLU GLOKAL BAKIŞ [email protected]

İhracatın kur elastikiyeti, ithalatın kur elastikiyetinden düşüktür ve uzun süre neredeyse yarısı kadardı. Yani kur hareketinden ithalat daha fazla etkilenir. Her şey aynı kalacak şekilde Dolar-TL kuru kalıcı olarak yukarı itilebilirse ve reel kur da kalıcı olarak yukarıda dengelenebilirse, ihracat olumlu etkilenir. İthalat daha da fazla etkilenerek azalır ve dış açık daralır. Ancak burada çok sayıda "ancak" var. Bir: önemli olan reel kurdur. Yani nominal kur artınca ortaya çıkacak enflasyon etkisi bir süre sonra reel kuru eski seviyesine yaklaştırabilir. Kurdan enflasyona geçiş katsayısı ve dinamiği burada önemli. İki, reel kurdaki yükselişin kalıcı olması gerekiyor. Üç, ihracat-ithalat yapısının kur kompozisyonuna bakınca sadece Dolar-TL'nin değil, Euro-TL'nin de istenilen şekilde ayarlanabilmesi lazım. Oysa ki Euro-Dolar çapraz kurunu TCMB etkileyemez. Dört, neredeyse hiçbir ihracatçı "saf" ihracatçı değildir, ihracat için yapılan üretimde ithal girdi oranı 2000'lerde hızla artmıştır ve reel sektörün, bir kısmı kendi parası olan, döviz cinsi yükümlülükleri mevcuttur. Bu yükümlülükler de 2004 sonrası hızla artmıştır. Beş, TCMB veya ilgili ekonomi otoritesi, başka hiçbir dengeyi etkilemeden kuru artırıp azaltamaz. Bu şekilde bir amaç fonksiyonu olamaz; tahditler vardır ve bu tahditlerin sonuçları olacaktır. Buradan devam edelim.

TCMB nominal ve reel kuru artırıp TL'ye değer kaybettirebilir mi?

Geniş bir okur grubu trilemmadan bahsedildiğini ekonomi basınının akademik kökenli köşe yazarlarından 2000 yılı civarında duymuştu. En genel seviyede, dışa açık ekonomilerin iktisat politikasına karar veren mercileri bir makroekonomik trilemma ile karşı karşıyalar. Tipik olarak, ulaşılması arzulanan fakat hepsi bir arada mümkün olamayan üç hedeften bahsedilebilir: 1. Döviz kurunu stabilize etmek 2. Uluslararası sermaye hareketlerinin serbest oluşundan yararlanmak 3. Ülkeye özgü ekonomik sorun veya hedeflerle ilgili olarak bağımsız bir para politikası yürütmek. Bu hedeflerden ancak iki tanesi bir arada mümkün olduğu için, trilemma bize üç hedeften bir tanesinin feda edilmesi gerektiğini söylüyor. Trilemma terimi de buradan geliyor. Para politikasında bağımsızlık ve aktivizm faiz oranlarını dünyada geçerli -yani ticaret yapılan ülke grubu- oranlardan daha yüksek seviyelere çıkarabilmek özgürlüğünü içeriyorsa, ödemeler dengesindeki sermaye/finans hesabının liberal oluşu ve döviz kurunun güvenilir bir döviz kuru çapasıyla sabitlenmesi bu aktivizme izin vermeyecektir. Çok açık görünmekle beraber, trilemmanın yarattığı tahditlerin algılanamadığını -hatta bugün bile- gözlemek şaşırtıcı oluyor. Bu durum trilemmanın koyduğu kısıtların boyutu hakkında çok az ampirik çalışma yapılmış olmasını hem yansıtıyor, hem de bu olgunun bir nedeni olarak görülebilir. Trilemmanın söylediği şudur: sermaye akımlarının üzerinde tahdit yoksa, küçük bir açık ekonomi ya döviz kurunu, ya da nominal faiz oranını kontrol edip bir ekonomi politikası aracı olarak kullanabilir. Sermaye  kontrolleri getirirseniz, hem kuru, hem de faizleri politika aracı olarak kullanmak mümkündür. Döviz piyasasını dengeye getiren, cari açığı finanse eden, büyümeyi de kısmen finanse eden kalem sermaye hareketleri kalemi olduğuna göre, mevcut ekonomik ve siyasal stratejik dengede sermaye hareketlerini kısıtlamak düşünülemez. Bunu yapmak başka bir strateji ve siyasi irade gerektirir. Öyleyse hem kuru, hem faizi kontrol edemezsiniz. Kaldı ki, yüksek faizin kuru bastırdığı iddiası her zaman geçerli bir iddia değildir.  Iddia değildir. Yıllardan beri hem nominal, hem de reel faiz düştüğü halde TL zaman zaman nominal olarak da değer kazanmış, bir noktadan sonra aşırı değerli hale gelmiştir.

TCMB enflasyonu değil, açıkça kuru hedeflerse ne olur?

Ya enflasyon hedeflemesinin içine bir kur hedefi de yerleştirir ve enflasyon-büyüme-kur şeklinde üç değişkenin fonksiyonu olan bir amaca yönelir. Ya da sadece kuru hedefler. İlk durumda durum biraz karışır ve TL öyle sert biçimde değer kaybetmeyebilir. İkinci durumdaysa olay bir "rekabetçi devalüasyon" mühendisliği hadisesi haline gelir. Bu da kolayca kurgulanamaz çünkü diğer tüm makro ve işletme bazındaki dengelere ve mali sistemin stabilitesine etkileri olur. Bakınız trilemma. TCMB bunu yapmak için miktarlarla hareket ederse piyasada kalacak olan TL cinsi aşırı likiditeyi sterilize etmek sorunuyla karşı karşıya kalır. Faize ağırlık verirse bugünkü durumdan açıkça görüldüğü gibi uzun süreli bir negatif reel faiz politikasına geçmiş olacaktır -veya her ikisi de.

Ne yapılabilir?

Gerçekçi olursak, mevcut açıklık stratejisiyle fazla bir şey yapılamaz çünkü ithal girdiyi göreceli olarak az kullanan ve muhtemelen daha emek-yoğun sektörlerin ihracatını desteklemek için yapılmaya çalışılacaklar dönüp dolaşıp genel dengeyi bozacaktır. Çin gibi ülkelerde kontrollü esnek kur, fazla geniş olmayan bir bant içinde, uygulanabilir çünkü zaten dış fazla veriyorlar ve rezervler çok yüksek. Zamanında yapılan IMF içi/yanı tartışmalarda ve literatürde dalgalı kur uygulayan çok sayıda ülkenin aslında kuru bir biçimde yönettiği görülmüştü. Türkiye'de azalan varlık ve para dolarizasyonunun 2000 yılına gelindiğinde ve 2001 krizi sonrasında ne kadar ciddi bir sorun olduğunu da unutmamak lazım. Kurun kontrollü dalgayla yönetilmeye çalışılmasının dolarizasyon ve dolayısıyla sonrasında para politikasının etkinliği üzerindeki olası etkilerini de unutmamak lazım.   

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Risk ve yavaşlama 01 Ekim 2019
Fed, resesyon, Türkiye 24 Eylül 2019
Coğrafya ve imparatorluk 17 Eylül 2019
Fed ve dolarizasyon 25 Haziran 2019