Doğu, ekonomisini “yeşillendiriyor”
Helen Wong - HSBC Çin CEO’su
Dünyanın en büyük yüzer güneş enerjili elektrik santrali Çin’in doğusundaki Huainan şehrinde faaliyete geçti. Su altında kalmış eski bir kömür madeni bölgesinde yer alan santral, 40 MW ile küçük bir kasabaya güç sağlayacak bir kapasiteye sahip.
Bu santral, dünyanın en kalabalık nüfuslu ülkeleri Çin ve Hindistan’da yaşanan düşük karbon teknolojilerine geçişin çok sayıda örneğinden sadece birini teşkil ediyor. Söz konusu dönüşüm, iklim değişikliğiyle küresel mücadelede “yeni normal”in bir parçasını oluşturuyor ve bu çabada merkezin hızlı bir şekilde Doğu’ya kaydığına işaret ediyor.
Geçtiğimiz yirmi otuz yıllık dönemin büyük bölümünde daha sürdürülebilir ve daha az çevre kirliliği yaratan ulaşım, enerji ve diğer teknolojilere yönelik arayış büyük ölçüde Batı’da gerçekleşti. 1980’lerde rüzgâr santralleri Kaliforniya’da ortaya çıkmaya başladı ve şu an eyalette elektrik ihtiyacının %8’inden fazlasını karşılıyor. Almanya, birkaç yıldır alternatif enerji kaynaklarına yönelik geniş çaplı bir “enerji dönüşümü” gerçekleştiriyor. Norveç’te günümüzde satılan araçların yarısı ya elektrikli ya da hibrid. Uzun zamandır bu konularda ağır hareket eden Asya ise Batı’ya yetişmeye başladı. Çin’in mevcut beş yıllık ekonomik planı, karbon salınımının azaltılması ve su verimliliğinin artırılmasına ilişkin iddialı hedefler içeriyor. Ülkede 100 adet kömür yakıtlı enerji santralinin inşasına ilişkin planlar iptal edildi. Karbon emisyonları ticareti planının ise bu yıl içerisinde açıklanması bekleniyor. Çevre dostu projelerin finansmanında kullanılan yeşil tahvil ihracı ise önem kazanıyor.
Diğer taraftan Hindistan’ın yenilenebilir enerji programı hız kazandı. Ülke 2022 yılına kadar 225 GW’lik yenilenebilir enerji tesisi kurmayı planlıyor. Dolayısıyla Hindistan, 2027 yılına kadar elektrik kapasitesinin yaklaşık %57’sini yeşil enerji kaynaklı hale getirme yolunda ilerliyor.
Hem Hindistan hem de Çin elektrikli ve yeni tip enerjili araçların kullanımını teşvik etmek için büyük çaba harcıyor. Mayıs ayında açıklanan araştırmaya göre iki ülke de kendilerine 2015 Paris Anlaşması kapsamında koydukları hedefleri aşmaya hazırlanıyor.
Tabii bu ülkelerin yeşil enerjiye geçişi önündeki güçlükleri hafife almamak gerekiyor. Son yirmi otuz yılda hızlı büyüme adına aceleyle inşa edilmiş, çevre kirliliği yaratan, zaman ve enerjiyi verimli bir şekilde kullanmayan ekonomik faaliyetleri değiştirmek veya güncellemek yıllar alacaktır. Politikacı ve yöneticiler maliyetler ve geleneksel sektörlerdeki iş kayıpları karşısında tereddüde düşebilir. Mevcut büyük ölçekli altyapı projeleri doğal yaşamı tehlikeye sokabilir ve kirlenmiş nehirleri bir gecede temizlemek mümkün olmayacaktır.
Yeşil teknolojinin ekonomiye yansıması
Ancak Hindistan ve Çin’in yeşil enerjiye dönme çabaları hem çevresel hem de ekonomik hususlarla sıkı bir bağ içerisinde ve bu çabalara hız vermeye hazırlanıyorlar.
Çevre tarafında; kirlilik, sertleşen hava şartları, kuraklık ve yükselen deniz seviyeleri giderek göz ardı edilemez bir hal alıyor ve bunların etkileri, dünyanın sırasıyla birinci ve üçüncü en büyük sera gazı salgılayıcıları olan Çin ve Hindistan’da özellikle şiddetli bir şekilde hissediliyor.
Örneğin hava kirliliği incelendiğinde; G20 ülkeleri içinde havası en kirli beş şehir Çin’de, on ikisi ise Hindistan’da bulunuyor. Bu ülkelerin nüfusları daha varlıklı ve eğitimli hale geldikçe çevresel koşullardan kaynaklı sıkıntılara tahammülleri de azalıyor. Öte yandan iş dünyası tarafında; teknolojik ilerlemeler düşük karbon salınımlı alternatiflerin maliyetini ciddi biçimde azalttı. Rüzgâr santralleri inşa etmek veya toplu taşıma güzergâhlarında elektrikli otobüsler kullanmak artık sadece etik değil, ticari olarak da faydalı hale geldi.
Yeşil teknolojilerin benimsenmesi, sadece daha mavi bir gökyüzü yaratmak ile ilgili değil. Çin ve Hindistan’ın bu çabaları ekonomilerini değer zincirinde yukarı taşımalarına yardımcı oluyor. Ekonomilerinin “yeşillenmesi” külfetli bir mecburiyetten ziyade, bu dönüşümü destekleyecek önemli bir önkoşulu oluşturuyor.
Sonuç olarak, hem Çin hem de Hindistan’ın büyümeye devam edebilmesi ve orta gelir tuzağından korunabilmesi için çalışan ve şirketlerin verimliliğini artırması gerekiyor. Bu da daha verimli bir toplu taşıma, daha akıllı bir lojistik, daha hesaplı bir elektrik üretimi ve tüketimini gerektiriyor; bunların tamamı ise ekonomilerini “yeşillendirme” çabalarını destekliyor.
Yeni fırsatlar yaratıyor
Dünyanın fabrikası olarak bilinen Çin’in politika yapıcıları, aynı zamanda eski teknolojili üretim merkezlerini yenileyerek ülkeyi yüksek teknolojili global bir güç merkezine dönüştürmek istiyor. Hindistan’ın da benzer hedefleri bulunuyor. En ileri teknolojiye sahip rüzgâr türbinleri, güneş panelleri, elektrikli araçlar ve modern bina ve atık yönetim sistemlerinin kullanımını ve gelişimini teşvik etmek bu hedeflerle birebir örtüşüyor. Bu aynı zamanda çekici iş imkânları ile birlikte yerel ve yabancı şirketler için de çeşitli iş fırsatların oluşacağı anlamına geliyor.
Son olarak, milyonlarca insan her yıl Hindistan, Çin ve diğer gelişmekte olan Asya ülkelerindeki şehirlere taşınarak kentlileşmeye devam ediyor. Dolayısıyla düşük emisyonlu altyapılar ve enerji verimli binalar, bu sürecin çevresel olarak akıllı bir şekilde yönetilmesi ve kentsel bir tıkanıklığın önlenmesi adına büyük önem taşıyor.
Bundan kısa bir zaman önce, pek çok Asya ülkesi ekonomik büyümenin hızına, kalitesinden daha fazla önem atfediyordu. Politika yapıcılar artık sürdürülebilir ekonomik genişleme sağlayabilme hedeflerini gerçekleştirebilmek için düşük karbonlu teknolojilerin bu hedeflerinin ayrılmaz bir parçası olduğunun farkına varmış durumdalar.
Bu, toplumun tüm katmanlarında benimsenmesi yıllar alacak bir zihniyet değişimi. Ancak yine de pek çok gözlemcinin birkaç yıl öncesine kadar hayal bile edemeyeceği kadar hızlı bir değişim içinde olduğumuzu söyleyebiliriz. İklim değişikliği nedeniyle karşı karşıya kaldığımız tehdit göz önünde bulundurulduğunda bu kutlamaya değer bir değişim.