Doğru politikalar sevinçli telaşa evladır
Geçen hafta Türkiye'nin Uluslararası Para Fonu'na (IMF) borcunun son taksidini yatırması törenlerle kutlandı. Başbakanımız, diğer büyüklerimiz günün mana ve ehemmiyyetinİ belirten konuşmalar yaptılar. Para Fonu'na ödenen son taksit sonrası adeta düşman işgalinden kurtuluyormuşuz gibi bir hava estirildi. Merak ediyorum, insanlarımıza "ne olmuş, anlatır mısınız" diye soracak olsak, acaba ne diyeceklerdir. Korkarım, halkımızın azımsanmayacak bir bölümü artık Türkiye'nin kimseye borcu kalmadığını ileri sürecektir. Bir Arap dostuma Türkiye'nin ülke dışına milyarca dolar borcu olduğunu söylediğim zaman şaşırdı, gerçekten de hepsi bitmedi mi diye ısrar etti. Anlattığına göre, Arap kamuoylarında ülkemizin dışarıya borcu kalmadığı zannediliyormuş.
Hükümetimizin sergilediği sevinçli telaş gereksiz bir abartıyı yansıtıyor. Borcun sona ermesinin sembolik önemi inkar edilemez. Bu sembolik önem, Türkiye'nin halihazırdaki iktisadi durumunun Para Fonu'nun onayına gerek duymaksızın borçlanabileceğini, borçlarını ödeme kabiliyeti konusunda bir güçlüğü olmadığını, kendisine güven duyulduğunu göstermesinden kaynaklanıyor. Bu duruma ulaşmaktan memnuniyet duyulması tabiidir. Bunu Para Fonu'nu öcü gibi göstererek yapmak ise, henüz güçlü devletlerin olgunluğu ve özgüvenine ulaşmadığımıza işaret ediyor.
II. Dünya Savaşı sonrasında IMF ile on dokuz defa Standby imzaladığımız basınımızda dile getirildi. Acaba neden bu sözleşmelere gerek duyulmuştu dersiniz? Her defasında aynı durumla karşı karşıyaydık. Türkiye dış borçlarını ödeyemez, dolayısıyla borçlanamaz, bunun sonucunda da ekonomisini ayakta tutacak dövizi bulamaz duruma gelmişti. Ülkemizi muhtaç duruma sokan IMF değil, kendi politikacılarımızdı. Mali disiplinden yoksun populist politikalar, kamu kaynaklarını müsrifçe kullanmaktan kaynaklanan kara delikler, oy kazanma endişesi ile muhtelif alanlara yapılan subvansiyonlar, vergilendirmede beceriksizlik ve isteksizlik ve daha birçok kusur ülkeyi iflas noktasına getiriyor, Para Fonu'na gitmeye mecbur kılıyordu. Standby dedikleri belge, aslında ekonomimizi istikrara kavuşturmak için yine ülkemiz kurumlarının yaptıkları ama kredi verecek olan IMF'in onayına sundukları bir tedbirler paketi idi. IMF paketi onayladığı zaman beraberinde cüzi miktar kredi veriyor, ancak onun denetiminin sağladığı güven başka kaynaklardan para bulunması için güven referansı oluyordu. Anlaşma yaptığı ülkeye adeta kefil olan Fon uygulamayı izliyor, denetliyor, sapmalara karşı uyarılarda bulunuyordu. Hükümetler ise halkı memnun etmeyen kemer sıkma politikalarının olumsuz etkilerini, IMF'i hedef göstererek hafifletmeye, atlatmaya çalışıyorlardı.
Son yıllarda daha önce IMF desteğine ihtiyaç duymamış bir kısım nispeten gelişmiş ekonomiler de bu kuruluşun ocağına düştü. Dolayısıyla IMF'in kapitalist ekonomilerin az gelişmiş ve gelişmekte olan ekonomilere tahakküm etmek için kullandıkları bir silah olmaktan ziyade, dış ödeme güçlüğüne düşen her ülkeye "acı" reçete üreten bir kuruluş olduğu daha net görüldü. Ülkemizin geçmişte yaşadığı güçlükleri artık yaşamaktan uzak bir konuma gelmesinden gurur duyalım. Ancak, doğru politikalar izlemenin enfantil sevinç gösterilerinden evla olduğunu unutmayalım.