Doğru bir dezenflasyon politikası mı izliyoruz?

Ümit ÖZLALE
Ümit ÖZLALE [email protected]

Başlıktaki sorunun cevabı: Hayır, doğru bir dezenflasyon politikası izlemiyoruz. Özetleyeyim. Türkiye gibi enflasyonun çok yüksek olduğu ve beklentilerin yönetilemediği ülkelerde enflasyonla mücadele sadece para politikasının başarısına bırakılamaz.

Tarım, ticaret, enerji, sanayi ve maliye politikalarında yapısal reformların para politikasına destek olduğu bütüncül bir yaklaşım uygulanmalıdır. Aksi takdirde enflasyon ancak geçici olarak ve yüksek bir toplumsal maliyetle düşecektir.

Para politikasının yanlışları

 Kaldı ki bu dönemde Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası’nın uyguladığı para politikası önemli yanlışları ve riskleri de içinde barındırmaktadır. İlk önce, geç kalınmıştır.

Enflasyonun kontrolden çıktığı ve beklentilerin bozulduğu açıkken vaktinde sıkılaştırılmayan para politikası bugün ekonomiye daha yüksek bir faiz yükü getirmiştir. Para politikasındaki en önemli hatalardan biri enflasyonla mücadeleyi adeta döviz kurunu sabitlemeye indirgeyen bir dezenflasyon politikası izlenmesidir. Türkiye’yi “carry trade” için cazibe merkezi konumuna getiren bu anlayış birçok riski de gelecek için biriktirmektedir.

Üzücü ve şaşırtıcı olan ise geçmişte Türkiye’de ve diğer gelişmekte olan ülkelerde kontrol edilmeyen kısa vadeli sermaye girişlerinin yarattığı kırılganlıkların ve istikrarsızlıkların unutulmuş olmasıdır. İyi yönetilemeyen kısa vadeli sermaye akımlarının günün sonunda enflasyonist bir etki yapacağını biliyoruz.

Kuru sabit tutmak için yapılan döviz alımlarını sterilize etmek de bütçenin faiz yükünden banka bilançolarında genişleyici etkiye kadar birçok olumsuzluğu da beraberinde getirebilir. Politika yapıcılar, bu sermaye hareketlerinin oluşturdukları riskleri azaltmak için yabancı para cinsinden alınan kredileri sınırlama, SWAP’lara zorunlu karşılık gibi hemen uygulanabilecek birçok düzenlemede geç kalıyorlar. BDDK ortada yok desek yanlış olmaz.

Geçmişte döviz geliri olmayan şirketlerin yabancı para cinsinden borçlanmasının başımıza açtığı dertleri (kur şokuna dayanamayıp iflas eden şirketler, bozulan sektör ve banka bilançoları, artan döviz kredileri yüzünden aktarım mekanizmasının sekteye uğraması) ne çabuk unuttuk!

Beklendiği gibi çalışmıyor

Kaldı ki izlenen para politikasının beklentileri tam anlamıyla yönetebildiğini söylemek güç. Reel sektör ve hane halkı tarafında beklentilerde bir iyileşme görmüyoruz. Reel sektör de hane halkı da nominal döviz kurundaki bu yatay seyrin ve reel kurdaki değerlemenin çok uzun ömürlü olmayacağını düşünüp beklentilerini ve tüketim davranışlarını buna göre oluşturuyorlar. Bu yüzden de aktarım mekanizması TCMB’nin beklediği gibi çalışmıyor.

Çalışmayan sadece aktarım mekanizması değil şüphesiz! Dış ticaret verileri de alarm veriyor. Son dokuz ayın en yüksek dış ticaret açığı açıklandı. Tüketim malları ithalatına olan talep hız kesmiyor. Tabii bir de itibar sorunu var. Beklentileri yönetip itibar kazanmanın en önemli adımlarından biri de merkez bankalarının kamuoyuyla paylaştığı enflasyon tahminlerinin tutarlı ve mümkün olan en az şekilde revize edilmesidir. Maalesef bu konuda da istenen iyileşmeyi göremiyoruz.

Kâr enflasyonu ve maliye politikası

Başarılı bir dezenflasyon programının olmazsa olmazı para politikası ve maliye politikasının uyumlu çalışmasıdır. Geçtiğimiz haftalarda açıklanan tasarruf genelgesinin hayal kırıklığı yarattığı açık. Burada bir konuyu netleştirmeye ihtiyaç var.

Yoksulluğun giderek arttığı bir dönemde sosyal yardımları ve dar gelirli grupların daha çok yararlandığı kamu hizmetlerini kısmak toplumsal maliyeti ve programa olan inancı ciddi anlamda zedeler. İki hafta önce Oscar Wilde’ın sevdiğim bir cümlesini alıntılayarak benzer bir konuya açıklık getirmiştim: “Yoksullara tutumlu olmalarını önermek hem kaba bir şaka hem de hakarettir. Açlıktan ölen adama daha az yemesini öğütlemek gibi bir şeydir.”

Bu yüzden de talepte bir kısmaya giderken dar/ orta gelir grubunun talebini kısacak bir politika anlayışı doğru ve adil olmayacaktır. İşte bu yüzden nasıl bir vergi politikası izlememiz gerektiğini daha çok konuşmamız gerekiyor. Özellikle vergi harcamaları tarafında, muafiyet ve istisna sağlanan alanların etki analizinin yapılması, ekonomik ve sosyal etkisi zayıf olan muafiyet ve istisnaların da kaldırılması gerekiyor. Maliye politikası tarafında atılması gereken en önemli adımlardan birinin de finansal rantın vergilendirilmesi olduğu açık.

Üst gelir gruplarının talebini kısmaya yönelik vergi düzenlemelerinin hayata geçirilmesi şart. Her ne kadar iktidar ve muhalefet partileri finansal rantın vergilendirilmesi konusunu her seçim döneminde gündeme getirse de bu konu seçimlerden sonra rafa kalkıyor. Geçtiğimiz hafta kripto varlık hizmeti sağlayıcılarının faaliyetlerinin düzenlenmesine dair kanun teklifinin tartışmalarında bir kez daha gördüm ki finansal rantın vergilendirilmesini istemek bile linç sebebi!

“Bitcoin’den kazandığımız üç kuruşa mı göz diktin?” sorusunu en az elli defa işittim! Yukarıda belirtilen anlayışta izlenecek bir vergi politikası, sadece dezenflasyon programının yükünü eşit bir şekilde dağıtmakla kalmayacak, aynı zamanda son yıllarda artan kar enflasyonunu da azaltıcı etki yapacaktır. Kar enflasyonunu azaltmak için atılacak diğer adım ise daha sıkı bir denetim ve bunun yanında üretim zincirindeki tekelleşmenin kırılmasına yönelik radikal düzenlemelerdir Burada Rekabet Kurumu’na büyük iş düşüyor ama onlar da BDDK gibi ortada yoklar.

Özetle, enflasyonla mücadelede TCMB’nin yalnız bırakıldığı, TCMB’nin de önemli finansal ve makroekonomik riskleri biriktiren bir para politikası izlediğini görüyoruz. Umarım geçmişteki hatalardan ders alırız ve Santayana’nın “tarihi bilmeyenler tekrarlamaya mahkumdur” cümlesini bir kez daha tecrübe etmeyiz.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Sahi biz ne yaşıyoruz? 18 Eylül 2024