Diyarbakır'da bir gün…
Diyarbakır'ın, "PKK terörüne", Türkiye'nin ufuk çizgisinden sızan küresel kriz tedirginliğine, bunlarda da öte, çözüm bekleyen ekonomik ve sosyal sorunlarına rağmen hayatı "son katresine" kadar yaşamaya çalıştığını, umut ürettiğini, umudun önündeki "engellere" direndiğini, yolundan kaldırmaya çalıştığını söylersem, çok kişi şaşırabilir.
Çünkü gitmeyenler, görmeyenler, dostluğunun sıcaklığını, güneşini, ekmeğini, suyunu paylaşmayanlar ya da gidip görüp de oralarda olup bitenlere optik merkezi kaymış "objektiften" bakanlar için Diyarbakır'ın fotoğrafı, usta foto muhabirlerinin jargonuyla, "çamurlaşmış" görüntü verir. Ama, objektif temiz, optik merkezi yerindeyse fotoğraf "cam" gibi çıkar.
Hayatı "son katresine" kadar yaşamaya çalışmak ne demek? Hayatın her türlü darbesine, acısına karşı tükenmez bir enerjiyle, güçle ve "ruhsal ergenlikle" direnmek demek. O darbelerin, acıların, korkuların, zorlukların "kördüğümünden" yepyeni bir "hayat kurgusunu" süzmek için elinden geleni yapmak demek.
Diyarbakır bunu başaran bir şehirdir ki, ben şaşırmam. Çünkü, 1980'li yılların başından beri "Kürtçü-ayrılıkçı, bölücü terörist organizasyonun" bombalarıyla, katliamlarıyla vücudunu, ruhunu deşmek, parçalamak için uğraştığı bu yaralı şehre yolum düşer. En gergin, acısı en keskin zamanlarında bile yüreğimi ısıtmıştır.
Bu defa da...
Bu güzel, bu "tapılası" vatanda her gittiğim şehir bana kendini anlatır. Diyarbakır da öyle… Uzaktan göremediklerimi bir bir gösterir. Uzaktan hissedemediklerimi hissettirir... Bazen dobra dobra, bazen kulağıma fısıldayarak dertlerini, umutlarını anlatır bana…
Geçen hafta mesleki bir seminer için gittiğim Diyarbakır'dan aynı güçlü izlenimi aldım. Bu şehir köklü varlığını, hayata olan tutkusunu, direnme gücünü seferber etmiş; "terörün" tüm baskılarına, tehditlerine meydan okuyor.
Evet, rahatsız; ciddi sorunları ve sıkıntıları var. Ama, mücadeleyi bırakmıyor. Gerek şehrin iş dünyası önderleri ve yöneticilerinin seminerdeki konuşmalarından gerekse özel sohbetlerden çıkardığım ortak sonuç şu: Diyarbakır'ın özgüveni sağlam, gelecekten korkmuyor. Yerel ekonomik potansiyelinin farkında, harekete geçirmek için çaba gösteriyor. Potansiyeldeki hareketlenme şehrin fiziki görünümüne yansıyor; belirgin bir modernleşmenin, yenileşmenin siluetini taba gözlemle bile yakalıyorsunuz. Eh, bir şehir fiziken gelişiyorsa, ekonomisinde de gelişme var demektir.
GAP umudu canlanmış
Fakat, kronik işsizlik mi? Evet, hem de nasıl… Yatırımlarda durgunluk mu? Evet, öyle söyleniyor… Yeni iş yaratmada sıkıntı mı? Evet, var... Yoğun göç baskısı mı? Evet…. 600 binlik bir şehrin, ekonomik ve sosyal sonuçları düşünülmeden terörle mücadele gerekçesiyle boşaltılan köyler, çöken tarımsal üretim yapısı nedeniyle 1 milyon 200 bin 300 binleri taşımak zorunda kalması…
Bütün bunlar birer köklü sorun olarak varlığını sürdürüyor. Çözümleri de Diyarbakır'ın "boyunu" aşıyor. Ama, gösterilen gayretlerin, yapılanların değerini de bilmek gerek. GAP hâlâ bölgenin en büyük umudu. Hükümetin eylem planı, projede uzunca bir süredir yaşanan durağanlığı canlandırmaya başlamış. GAP teşkilatı hareketlenmiş. Yatırımcı kamu kuruluşlarına ödenek aktarımları hızlanmış. Şimdi sorun para değil, aniden gelen parayı hedeflere hızla yöneltmekte. Kuruluşlar bu noktada hazırlıksız yakalanmış.
GAP İdaresi'nin hakkını da teslim edelim. Son yıllarda hükümetlerin gevşeyen desteğine, ihmallere, nitelikli eleman kaybına rağmen Diyarbakır'ı da kapsayan bölgede ekonomik ve sosyal gelişmeye dönük çok önemli projeler gerçekleştiriyor. Hem de iğne ile kuyu kazarcasına…
Son olarak, Diyarbakır Ticaret ve Sanayi Odası Başkanı Mehmet Kaya, Ticaret Borsası Başkanı Fahrettin Akyıl gibi iş dünyası önderlerinden yansıyan bir izlenim de şu: Diyarbakır "terörle" anılmak istemiyor. Bunu şiddetle ret ediyor. Olumsuz bakış açılarının değişmesini istiyor. Tek derdi, barındırdığı büyük potansiyeli güçlü bir ekonomiye, sosyal refaha ve huzura dönüştürmek… Diyarbakır, benim şehrim, tüm şehirlerim gibi hak ettiğini istiyor!