Diyarbakır "doğru projenin" izini sürüyor
Mehmet Gül ve Osman S.Arolat'la birlikte yaptığımız işi sorgulayan bir söyleşi yapıyorduk. Bir ara Mehmet Gül, iş yaşamının örsünde dövülerek sağlamlaşmış mantıkla kısa bir analiz yaptı: "İnsanlar sizi 'çare' olarak algılamalı, sizin yaptığınız iş karar çerçevelerini doğru belirlemenin 'uyarılarını' yapmadır… Seslendiğiniz insanlar sizi 'çare' olarak görürse uzmanlığın ayrıntısından kaçarak kolaycılığa kaçmış olur ki, böylesi bir sonuç sizin yapmak istediğinize uyumlu değildir" dedi.
O günden sonra kitlelere seslenirken "çare değil uyarıcı olduğumuzu" anımsatıyorum.
Diyarbakır'da "AB, Türkiye ve GAP Bölgesinde Hayvancılık" konusunu ele alan bir toplantı yapıldı. Toplantı çağrısını Diyarbakır Ticaret ve Sanayi Odası AB Bilgi Merkezi Koordinatörü Mehmet Nezir Güneş yapmıştı. Açış konuşmasında Yönetim Kurulu Başkanı M. Galip Ensari ne yapmak istediklerinin çerçevesini çizdi. TOBB Başkan Yardımcısı Faik Yavuz da projede özen gösterilmesi gereken hususlara kısa değinmeler yaptı.
Hakan Güldağ'ın yönettiği panelde örgütlü hayvancılık işletme sahiplerinden olan Ethem Sancak, bu satırların yazarı, Harran Üniversitesi'nden Şükrü Gürler, Dicle Üniversitesi'nden Hüseyin Pulat, DTSO Genel Sekreteri Mehmet Aslan değerlendirmeler yaptı. Son dönemde yaşanan "et krizi" de eksen alınarak yapılan değerlendirmelerde başlıca şu sonuçlara ulaşıldı:
Fikir projesini , projeye dönüştürme
1. Toplantıya sunulan bilgiler, havzada geliştirilmek istenen "örgütlü hayvancılık işletmeleri için bir fikir projesi"dir. Yapılan toplantı, fikir projesini uygulanabilir projeye dönüştürmenin başlangıcı olarak algılanmalı. Bu haliyle dört dörtlük bir proje gibi algılanmamalı.
2. Daha sonraki aşamalarda, kurulacak damızlık, süt ve et hayvancılığı işletmeleri için gerektiği kadar toprak sağlanmalıdır. İşletmelerin talep edeceği kaba ve karma yemin en az yüzde 60'i işletmenin mülkiyetinde olan ya da uzun vadeli sözleşmelere dayalı kiralanan topraklardan sağlanmalı.
3. Ülkemizde "örgütlü hayvancılık işletmeleri" son krizde de net biçimde anlaşıldığı gibi bir "geçiş dönemi" yaşıyor. Ülkemizdeki işletmelerin "rekabet gücünü" olumsuz etkileyen yapılara ilişkin bir ortak akıl oluşmuş değil. Ülkemizde örneğin et maliyeti 15 TL/kg dolayında iken başka ülkelerden 10 TL/kg maliyetine et ithal edilebilmektedir. Bu nedenle ivedilikle, özellikle örgütlü hayvancılık işletmelerinde rekabet gücünü belirleyen idari kararlarlar, destek sistemleri ve ülke koşullarının yarattığı 'karşılaştırmalı üstünlükler' mutlaka netleştirilmeli, projelerin fizibilite çalışmalarında bu hususlar özenle analiz edilmeli.
4. Hayvancılık işletmelerinde kaba ve karma yem girdilerinde "sulama sistemleri" hayati öneme sahip. Bu nedenle sağlanabilecek arazilerin sulama olanakları, su özellikleri vb. birim başına ürün miktarı analizlerde ihmal edilmemeli.
Ölçek ve ülke koşulları
5. Projenin hayati önemdeki bir diğer bileşeni "ölçek sorunu" dur. Ülkemizin geleneksel çiftçi işletmeleri ve mera hayvancılığı ile süt ve et sorununu çözmenin mümkün olmadığı artık çok net biçimde anlaşılmıştır. Devletin birinci görevi örgütlü hayvancılık işletmelerinin serbest ve adil piyasa koşullarında "rekabette şans eşitliğini" sağlama olmalıdır. Bütün destek sistemleri, haksız rekabeti önleyen, istikrarlı fiyat-maliyet dengesini sağlayan bir algılama üzerine kurulmalıdır. İşletmecilerin sorunu da, çağdaş hayvancılık işletmelerinin rekabet edebilir ölçek, rekabet edebilir teknoloji, uygun miktarda sermaye, hijyenik koşulların yaratılması, sağlıklı bakım ve ürünleri değerlendirecek örgütlenmeleri daha başından iyi hesaplamadır.
6. Örgütlü ve rekabet edebilir hayvancılık işletmeleri, teknik bilgi gerektiren o nedenle eğitilmiş işgücü ile yapılabilen işlerdir. Bu açıdan yaygın istihdam yaratma gibi aşırı beklenti yaratmamak gerekir. Burada önemli olan, son çözümlemede üretilen zenginlik, o zenginliğin doğrudan ve dolaylı iş yaratma kapasitesidir.
7. Bir toplum, elinin menzili altındaki kaynakların performansını artıramıyorsa, o topluma dışarıdan ne kadar kaynak aktarırsanız aktarın refahını hızlı bir biçimde artıramıyor. Bu kalkınma sosyolojisinin çok temel ilkesidir.Eğer, var olan topraklarımızı, akıp giden ya da biriktirebildiğimiz sularımızı, oluşturduğumuz insan ve sermaye kaynaklarımızı etkin ve verimli kullanamıyorsak, dışarıdan gelecek kaynaklarla yapacağımız şey çok sınırlı kalacaktır.Bu temel ilke nedeniyle, Dıyarbakir 'da son derece iyi niyetli yaklaşımla ve doğru iz üzerinde olan fikir projesini, gerçek projeye, anlamlı uygulamaya, yararlı sonuçlar üretmeye dönüştürmek istiyorsak, başlatılan açık tartışmaları sürdürmeliyiz...
Her zaman yinelediğimizi bir kez daha yinelememiz gerekiyor: Aklımızı kimseye emanet etmeyelim, yapılan değerlendirmeler destekleyici de olsa, aykırı görüşler de içerse can kulağı ile dinleyelim, ortak aklımızla doğru olanı yapmaya çabalayalım.Güncel ve temel görev budur…