Dışardan bakınca
Madrid'in sıcağı Ankara'yı andırıyor: Kuru. Sığınacak bir gölge bulursanız nisbeten serin bir ortamdasınız. Akşamüstü hava serinlemeye başlıyor. Güneşin batmasıyla halk sokaklarda. Barlar dolup taşıyor. Akşam yemeğinin başlama saati, bizim yatma saatimize yakın. İspanya'yı sarsan iktisadi bunalımın izlerini yakalamaya çalışıyorum. Her dükkanın vitrininde büyük ucuzluk ilanları, alışılmamış oranlarda indirimler. Dükkanlar stoklarını eritme gayretinde. Belki de turistlerin satışları canlandıracağını ümit ediyorlardır. Bir de dilenciler var, ancak bunlar yerli mi, ithal mi karar vermek zor. Bir arkadaş "Bunlardan kurtulmak için Türkçe cevap verdim, karşılığında Türkçe küfür yedim dedi." AB'nin sağladığı seyahat serbestisi galiba bize hemhudut AB'den bir dilenci göçü başlatmış.
Beni buraya getiren, Uluslararası Siyasi İlimler Derneği'nin (IPSA) üç yılda bir yapılan dünya kongresi. İspanyol derneği toplantının Madrid'de yapılması için davetini altı yıl önce "iyi günlerde" yapmıştı. Fiili organizasyon ise kötü zamanlara tesadüf ettiğinden zorlanmışlar. Toplantının İspanya'ya sağladığı iktisadi fayda organizatörlere kalmıyor ama ülke ekonomisine önemli bir nakit girişi olduğu muhakkak. Dünyanın her tarafından akademisyenler toplantıya katılıyor. Bunlardan bir bölümü aileleriyle beraber geliyorlar. Kimi erken geliyor, kimi toplantı sonrasına kalıp İspanya'nın başka yörelerini geziyor. Harcamaları yüksek.
Türkiye'nin küresel sistemdeki yükselişi bu toplantılara da yansıyor. Geçmişe göre çok daha yüksek sayıda Türk akademisyen toplantıya katılıp tebliğ sunuyor. Gençlerimiz ağırlıkta. Türkiye'ye duyulan ilgi de her toplantıda artıyor. Birçok yabancı akademisyenin artık Türkiye'yi daha yakından izlediklerini görüyorsunuz. Ancak "Aman ne güzel, herkesin ilgisini çeken başarılara imza atıyoruz," diye sevinmekte acele etmeyiniz. Yabancı dostlarımızın ülkemizle ilgili bildikleri ve sordukları bizi pek memnun edecek türden değil.
Toplantı siyasal bilimcilerin toplantısı olduğu için ilgi duydukları konular da daha çok o alanda. Örneğin, hemen herkes bir Türk meslektaşlarının sebebini anlamakta güçlük çektikleri gerekçelerle tutuklu olduğunu biliyorlar. Bir kısmı iyi telaffuz edemese de Büşra Ersanlı'nın adını dahi biliyor, diğerleri ismi hatırlamasa da olaydan haberdar. Bizlere sorular yöneltiliyor, bizler kendimizi tatminkar açıklama yapacak güçte hissetmiyoruz.
Daha genel olarak ülkemizdeki rejimin giderek otoriterleşmeye mi yöneldiği merak konusu. Bizim "ileri" demokrasimizin yönünün iddia edildiği gibi ileri mi, yoksa geriye doğru mu olduğuna ilişkin somut sorulara muhatap olmak pek memnun edici değil. Hükümetimizin "Bunlar basın değil terör suçlusu, zaten bizde basın suçlusu yok," mealindeki açıklamaları inandırıcı bulunmuyor. Olayları yakından takip edenler, siyasi baskılar dolayısıyla basında oto-sansür olgusunun yaygınlaştığı konusundaki endişelerini de dile getiriyorlar.
Bu tür soruların adresi olmak, yükselen bir toplumun mensupları olan bizlerin fiyakasını bozuyor, gururunu kırıyor. Ülkenize iltifat edilmesini beklerken eleştiri yağmuruna tutulunca üzülüyorsunuz. Dışarıdan bakınca işler böyle, bunu değiştirmek zor değil ama demokratik bir kararlılık gerektiriyor.