Dış politika ve Suriye'nin maliyeti

Ömer Faruk ÇOLAK
Ömer Faruk ÇOLAK EKONOMİ ATLASI [email protected]

İster adına harekât deyin, isterse savaş deyin, her askeri müdahalenin siyasi olduğu kadar ekonomik maliyeti de bulunmakta. Aslında savaş demek finansman demek. Yani paran yoksa savaşamazsın, ya da borçlanarak savaşırsan, sonra da bedelini ödersin.
Türkiye bunu 40 yıldır süren terör eylemleri nedeni ile iyi bilen ülkelerden. Uzun süredir devam eden uluslararası destekli terör eylemleri nedeni ile ülkemizin katlandığı yükü tam olarak bilen yok.

Söz ettiğimiz maliyetleri yüklenmiş bir ülke olarak ne Suriye’ye bulaşmalıydık, ne de Suriyeliler ülkemize gelmeliydi. Daha 6 ay öncesine kadar yeni göç dalgası baş gösterdiğinde “isterse 1 milyon kişi olsunlar, onlar kardeşimiz gelsinler” denirken, Türkiye, şimdi mevcut Suriyelileri geri göndermek için ülkeyi ekonomik, siyasal zorlukların içine atan, en önemlisi de “cana” mal olma olasılığı olan bir eyleme kalktı.

Keşke sözcüğünü sevmiyorum ama, keşke iktidar sahipleri Suriye’ye yönelik fetih duygularını içlerine gömselerdi, Suriyeli göçmenler de gündemimizde olmasa idi. Keşke barışı koruması, son ana kadar siyasi uzlaşma ile sorunları çözmesi gereken dışişleri bakanı, askeri elbise ile sosyal medyada boy göstermese idi. BM Güvenlik Konseyi, Arap Birliği’nde, (üyeleri hükümete göre kardeş ülkedir) sizce asker üniformalı bir dışişleri bakanı ülkemizin savlarını savunurken ne kadar inandırıcı bulunur.

2005 Yılında Yakalanan AB’ne tam üyelik fırsatı kaçtı

Keşke 2005 de AB tam üyeliğine adım atan ülkem, bunu 2013 de gerçekleştirse idi. Keşke 2002 sonundaki dost ülkeleri yanımızda olsa idi, bizi BM’de, AB’de, Arap Birliği’nde savunsa idiler. Ne yazık ki o günlerde yanımızda olan Mısır, Suriye, İsrail, Yunanistan ve AB’ye üye olmamıza evet diyen 20’yi aşkın ülke artık yok. Hatta baş tacı ettiğimiz S. Arabistan bile ülkeme arkasını döndü.

Keşke Türkiye’nin kurumsal yapılanması son 20 yıl da çökertilmese idi. Dışişleri bakanımız ve elçilerimiz meslekten (bakanlıktan) gelen kişiler olsa idi. Hayatında “dış politika tarihi” kitabı bile okumamış kişiler öne çıkınca ne yazık ki sorunlar siyasi görüşmelerle çözülmek yerine, askeri üniformalarla çözülmekte.

Keşke bu kararlarla alanlar İsmet İnönü’nün Türkiye’yi II. Dünya Savaşından nasıl uzakta tuttuğunu, okuyup öğrenselerdi. Anlatalım;

İngiltere Başbakanı W. Churchill Türkiye’yi II. Dünya Savaşına girmesi için 1942 yılının Ocak ayı sonunda Adana’ya gelir. İnönü ikna olmaz. Bu defa Aralık 1942’de F. D. Roosevelt ile birlikte İnönü’yü Kahire’ye davet ederler. İnönü alacağını alır (Türkiye’nin silah talepleri Adana ve Kahire görüşmeleri sonrasında büyük ölçüde karşılanır), fakat savaşa yine girmez.
İkinci örnek yakın döneme ait. Kıbrıs da soydaşlarımız katliam riski ile karşı karşıya olduğu halde son ana kadar siyasi çözüm arayan Bülent Ecevit ve onun dışişleri bakanı Turan Güneş* son ana kadar savaşa girmekten kaçındı, olmadı. Unutmayın “Ayşe tatile çıksın” cümlesi aynı zamanda “yapacak bir şey kalmadı, mecburen savaşa girmek zorundayız” demektir.

Türkiye her iki örnek de de sonuna kadar “barışı yakalamak için koştu” buna rağmen ülke büyük bir ekonomik yük altına girdi. II. Dünya Savaşı sürerken, savaşın dışındaki ülkenin başbakanı Şükrü Saraçoğlu şöyle diyordu: Hükümetimizin izlediği politika “sağlam bütçe, sağlam ekonomi” ilkesine dayanır.

Askeri harekât sonrası kurulması hedeflenen köyler, kasabalar için inşaat sektörünün ağzından daha şimdiden sular aktığının farkındayım. Ancak unutmayalım Türkiye, Suriye’ye açık bir bütçe, yüksek enflasyon, genişlemeci para politikasına rağmen küçülen bir ekonomi koşullarında girdi. Bunun maliyeti ülkenin iş insanlarına, çalışanlarına yani herkese vergi ve daha yüksek enflasyon ile dönecek. Yani hükümet ve ağzından su akanlar fayda-maliyet analizini iyi yapmalı.

Elbette olması gereken işi fazla uzatmadan siyasi çözüm üretmekten geçiyor. Bunun da yolu Suriye Hükümeti ile çözüm üretmek, kaybettiğimiz eski dost ülkeleri ve ülke itibarımızı tekrar kazanmaktan geçiyor.

* 1922 yılında doğan Turan Güneş, orta ve lise öğrenimini Galatasaray Lisesinde tamamladı. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi'nde lisans, Paris Üniversitesi’nden doktora derecesi aldı. 1965 yılında Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesinde Profesör oldu. 1982 yılında aramızdan ayrıldı.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Çin böyle gider mi? 04 Ekim 2019
Yeni parasal ralli 27 Eylül 2019
Trump etkisi 13 Eylül 2019
Kapıyı çalan kimdir? 06 Eylül 2019
Talep mi borç sorunu mu? 30 Ağustos 2019