Dış politika duygusal bir faaliyet değildir!
Dış politikamız Suriye-Mısır batağına saplanmış durumda. Kurtulmak için yapılanlar bizi daha büyük sıkıntılara sokuyor. Olanları kısaca hatırlayalım. Mısır’da iktidarla ilişkilerimiz sıfırlanmış durumda. Büyükelçimiz de dönüyor. Mısır yönetimi iç işlerine karışmamak konusunda uyarıyor. Mısır’la iktisadi ilişkilerimizin giderek bozulduğu, bunların bir süre düzelemeyeceği muhakkak. Çatışan taraflarla arabuluculuk yapabilirdik ama Başbakanımızın benimsediği söylem, askeri yönetimce kabul edilebilirliğimizi kaybettirdi. Bir sıkıntı daha var, iktidar partisi Mısır’da olanları bir iç politika konusuna dönüştürüyor. Her gün Müslüman Kardeşler lehine bir takım gösteriler düzenleniyor. Bir kısım büyüklerimiz bu toplantılarda konuşuyor ya da İhvan’ı destekleyen, hükümeti yeren beyanlarda bulunuyorlar. Böylece hükümet hem dış politikada kendi hareket alanını daraltıyor, hem de Mısır’da olanlarla Türkiye’deki olaylar arasında bağlantılar kurarak, bize benzemeyen bir durumdan iç siyasette yararlanmak istiyor.
Suriye’deki mücadelede Radikalleri desteklediğimiz izlenimi veriyoruz. Özgür Suriye Ordusu ile de ilişkilerimizin iyi olduğuna bakılırsa, bu tamamen doğru olmayabilir ama konuyu ihmal etmememiz gerekiyor. Sadece radikallerle çağrıştırılmamız hem mutedil muhalefeti destekleyen ülkelerle işbirliğimizi güçleştirecek hem de Türkiye’nin neler yapmak istediği konusundaki kuşkuları güçlendirecektir. Şimdilerde daha da vahim bir sorunla karşı karşıyayız. İç savaşta gaz kullanıldı. Kimin kullandığı belli değil, her ülke kendi politikasına göre taraflardan birini veya diğerini suçluyor. Suriye’ye dış müdahale geçmişe göre daha yakın gözüküyor. Böyle bir müdahale şu veya bu şekilde Türkiye üzerinde olayın parçası olması baskılarını artıracaktır. Ülkemizin müdahaleye katılması Suriye’nin pek de uzun olmayan bir vadede “başımıza kalması” ile sonuçlanabilir. Aman dikkat!
Bütün bunların üzerine şimdi bir de yeni bir Birleşmiş Milletler kurulmalı söylemi çıktı. Fikrin mucidi hakkında fikrim yok ama dünya kamuoyuna takdimi Sayın Başbakanımız tarafından yapıldı. Birleşmiş Milletlerin İkinci Dünya Savaşı sonrası güç realitelerini yansıttığı, daha sonraki gelişmelere uyum sağlamadığı bir vakıa. Üstelik teşkilatın yapısında değişiklik gidilmesi de çok güç. Güvenlik Konseyi’nin daimi üyelerinden biri kendisinin durumunu zayıflatacağını düşündüğü herhangi bir değişikliği vetosunu kullanarak engelleyebilir. Ayrıca, mevcut yapıda zaten Amerika, Çin, Rusya gibi büyük devletler yer alıyor. Almanya, Brezilya ve Hindistan gibi ülkelere verilen önem de değişik formüllerle hayata geçiriliyor. Dolayısıyla, yepyeni ve rakip bir teşkilatın kurulmasını destekleyecek bir güç koalisyonu yok. Gerçi ifade bu durum için kullanılmadı ama bu konuda da kendi kendimizi şerefli bir yalnızlık içine soktuk.
Ne yapmalı? Ben sadece başlangıç noktasının ne olabileceğini arz edeyim. Sayın Başbakanımız dış politikada konuşmalarını sadece “Monşerlerin” hazırladığı metinlerle sınırlasın. Sayın Dış İşleri Bakanımız dışında kimsenin dış politika konusunda konuşmasına izin vermesin. Biraz sakinleşelim, dış politikamızı akılcı bir çerçeveye oturtmaya çalışalım. Dış politika duygusal bir faaliyet değildir.