Dış ödemelerde risk arttı
Türkiye ekonomisi kronik dış açık ekonomisidir. Mal ve hizmet ihracatından elde edilen döviz geliri mal ve hizmet ithalatı için harcanan dövizden azdır. Bu durumda dış ödemelerinde kronik bir açık oluşur. Bu açığı dışarıdan gelen doğrudan yatırımlardan kaynaklanan döviz ve/veya dışarıya satılan tahvil, hisse senedi vb. gibi portföy yatırımlarının sağladığı döviz girişi ile finanse etmek mümkündür. Ödeme açığı olduğu sürece bunun finansmanı da gerekeceği için bu iki kaynaktan sağlanan finansman en tercihe şayan çözümdür. Zira bunlar borçluluk yaratmaz. Doğrudan yatırım ve portföy yatırımlarının boyu açığı finansa etmekte kısa kalırsa çaresiz olarak borçlanma devreye girer. Bütün bunların açığı finanse etmeye yetmediği durumlarda da kaçınılmaz olarak döviz rezervi birikimi kullanılarak açık ödenir. Bu da derde deva olmazsa yapılacak bir şey kalmaz, vadesi gelen ödemelerinizi yapamazsınız yani pratik olarak iflas edersiniz. Dış ödemelerde iflas durumuna düşmek fevkalade nahoş bir iştir. Uzunca bir süre için uluslararası piyasalardan dışlanırsınız.
Bizim kronik ticaret açığımız yine kronikleşmiş bir ödeme açığı yaratır. Bu Osmanlının çaptan düştüğü dönemden başlayıp günümüze kadar süregelmiş bir durumdur. İtibarımızın yüksek risklerimizin görece düşük olduğu dönemlerde ödeme açığının büyük kısmını borçlanma yaratmayan kaynaklardan karşılarız. İşler ters dönüp itibarı falan yitirdiğimiz dönemlerde borçlanma yaratmayan finansman kaynaklarının akışı yavaşlar ve sonuçta durur. Bu koşullarda da dış ödeme açığımızı borçlanma ile karşılamak zorunda kalırız. Borçlanma hem maliyet yaratan hem de itibar kıran bir süreçtir. Bir anlamda kendi kendisini besleyerek ödeme açığını daha da büyütür ve ülkeyi felaketin eşiğine getirir. Bütün bunlar bize yabancı durumlar değildir. Osmanlının borçlarının sonunun gelmesine ciddi katkı yaptığını, birikmiş borçların geri ödenmesinin genç Cumhuriyet rejiminin sırtında yük olduğunu biliyoruz. Cumhuriyetin ilk yıllarında bu soruna daha titiz yaklaşıldığı sonraki yıllarda ise bu yaklaşımın gevşediği ve birkaç kez zor durumlarda kaldığımız da bilinir.
Bütün bunlara rağmen Türkiye ekonomisi ticaret açığından ve dış ödeme dengesizliklerinden bütünüyle yakasını sıyırabilmiş değildir. 2008 krizi ile böyle bir imkan ortaya çıkmış gibi göründü. Kriz biz de dahil bütün ekonomilerde yavaşlama yarattı, büyüme hızları önemli ölçüde düştü. Büyümenin yavaşlaması ithalatı da yavaşlatarak dış açığımızı sınırladı, dış ödeme açığımız görece daraldı. O tarihte itibar ve risk açısından daha iyi bir konumdaydık. Zaten daralan açığın finansmanında pek zorlanmadık. Bu arada ek bir imkan daha çıktı ortaya. Krizin petrol ihracatçısı ülkelerde yarattığı olumsuzluk OPEC’in fiyat denetimini hepten elden kaçırmasına yol açtı. Petrol fiyatı olmadık düzeylere düştü. İthalatının büyük kısmı enerji ithalatından oluşan Türkiye ekonomisi için önemli bir imkan oldu bu. Ticaret açığımız daraldı, dış ödeme açığımız geriledi. Krizin doğrudan yatırım ve portföy akışını yavaşlatmış olmasına rağmen ödeme açığımızın finansmanını sağlamamızda büyük bir sorun çıkmadı.
Bu iyi bir hikayedir. Ama sanırım sonuna gelmiş durumdayız. Dün açıklanan Kasım 2017 itibariyle ödemeler dengesi verileri iki noktada alarm zillerinin çalmaya başladığını gösteriyor. Zillerden bir tanesi cari açıkta birkaç ay önce başlayan tırmanma eğiliminin hızlandığına işaret ediyor. 2016 yılının ocak-kasım döneminde 28.6 milyar dolar düzeyinde olan cari açığın 2017 yılının aynı döneminde 39.4 milyar dolara yükselmiş olması hızlanmanın dozunu gösteriyor. Açığın finansmanında borçlanmanın ağırlığının artıyor olması da alarm işareti veren ikinci nokta. Kasım ayında 4.2 milyar dolar olan cari açığın finansmanı için rezervlerden 3.9 milyar dolar kullanılmış olması bu kapının açılmış olduğuna işaret ediyor. Tek bir ayın açık finansmanı için cepten bu büyüklükte dövizin çıkmış olması mutlaka dikkate alınması gereken bir olumsuzluktur diye düşünüyorum. Bu itibarı törpüler, riske tavan yaptırır, risk algısını bozar. Tarih bize bu tür gelişmelerin ekonomiyi iyi bir noktaya götürmeyi zorlaştırdığını öğretiyor.