Dış borç dış ticaret dengesi üstüne bir de faiz etkisi acaba neler bekliyor bizi
Yaz sezonu yavaş yavaş sona ererken, her geçen gün ve eylül ayına daha da yaklaştıkça yeni bir ekonomik takvimin de başladığını fazlası ile hissediyoruz. Malum yaz da çabuk geçiyor, yıllar da. Köşe yazarlığı tarihimde en uzun başlığım bugünkü yazım oldu galiba. Aslında birkaç şeyi aynı anda ele alarak aralarındaki denge ve ilişki ile bir gelecek perspektifi çizme isteğimden kaynaklandığını itiraf etmeliyim.
Geçtiğimiz gün Merkez Bankası tarafından dış borçlarımızın envanteri açıklandı. Evvela kısaca tabloya bir göz atalım. Haziran sonu itibarıyla kısa vadeli dış borç stoku, 2018 yıl sonuna göre yüzde 5 artışla 122,9 milyar dolar olarak gerçekleşti. Bu dönemde, bankalar kaynaklı kısa vadeli dış borç stoku yüzde 0,1 azalarak 57,1 milyar dolar olurken, diğer sektörlerin kısa vadeli dış borç stoku yüzde 10 artarak 59,3 milyar dolar düzeyinde gerçekleşti. Bankaların yurt dışından kullandıkları kısa vadeli krediler, geçen yıl sonuna göre yüzde 8,3 azalarak 10,2 milyar dolara geriledi. Banka hariç yurt dışı yerleşiklerin döviz tevdiat hesabı yüzde 5.4 artarak 20,0 milyar dolar, yurt dışı yerleşik bankaların mevduatı da yüzde 1.3 artışla 13,2 milyar dolar olarak gerçekleşti. Diğer sektörler altında yer alan ithalat borçları, 2018 yıl sonuna göre yüzde 2.8 artarak 41 milyar dolara yükseldi.
Verileri en çok borçlu bazında incelemek bize daha fazla fikir verecektir. Bu sebeple altını çizmek istediğim durum özetini şöyle ifade edebilirim. Tamamı kamu bankalarından oluşan kamu sektörünün kısa vadeli borcu 2018 yıl sonuna göre yüzde 4.1 artarak 23.4 milyar dolara ulaşırken, özel sektörün kısa vadeli dış borcu yüzde 5 artarak 93 milyar dolara çıktı. Yani özel sektörümüz kısa vadede yurtdışına tamı tamına 93 milyar dolar borç ödemek durumunda. Bu borcun bir kısmı bankalar kaynaklı kredilerden, bir kısmı ise elbette gerçekleştirilen ithalatlardan oluşmakta.
Borçları ödemede en çok ihtiyaç duyduğumuz parasal değerin yabancı para olduğunu düşündüğümüzde, döviz girişini hızlandıracak formüllere göz atmak gerekiyor. Yaz döneminde önemli bir döviz girişini elbette turizm sağlıyor. 2019’un bu manada iyi bir yıl olduğunu öncelikle söylemek gerekir. Türkiye'ye gelen turistlerin bu yılın ilk 7 ayında yaptığı alışveriş geçen yılın aynı dönemine göre yaklaşık yüzde 70 artış göstermiş durumda. Katar, Birleşik Arap Emirlikleri, Almanya, İsrail, Mısır, Irak ve Libya'dan gelen ziyaretçiler alışveriş harcamalarında bir hayli üst sıralarda yer alarak ülkemize en çok döviz getiren ülkeler oldular. Özellikle perakende sektörünün de Arap ülkelerinin ziyaretçilerinden önemli ölçüde fayda sağladıklarını belirtmek gerekir.
Döviz getirisinde asıl önemli faydayı ihracatın sağlayacağı muhakkak. Ancak ondan önce iç piyasadaki durumumuza bir göz atmakta yarar var. Faizlerdeki düşüşün piyasaya yansımasıyla ile birlikte reel sektörde hareketlenme ve iştahın da artması, daha canlı bir ekonomi modelinin oluşmasını beklediğimiz bu günlerde, gelişmeler çok da fazla bunun gerçekleşemediğini ortaya koyuyor. Reel faizler kamu bankaları tarafında bir parça gerilemiş olsa da özel bankalar buna çok da fazla ayak uyduramadılar ve kredi ve harcamalar konusunda henüz beklenen patlama oluşmadı. Araç satışlarının yüksek oranda düşmesi, beyaz eşyada ve mobilyada evlilik sezonuna rağmen hareketliliğin olmaması da bunun önemli göstergeleri. Elbette enflasyon ile birlikte fiyatların yükselmiş olmasının da bunda payı büyük.
Özel sektörün önündeki dış borcun yüksekliği de yine karşımıza ihracattan başka yolun olmadığını ve daha yüksek kar marjları elde edilebilecek ihracat kanallarına bir an önce yönelmemiz gerekliliğini bir kez daha gözler önüne seriyor. Aksi halde borcun ödenmesinde ortaya çıkacak zorluklar, dış ticaretçilerimizi de olumsuz etkileyebilir. Harcamalar bayram ve yaz etkisi ile yükselirken, elbette bunun enflasyon üzerindeki etkisinin de açacağı yaraları daha iyi yönetmek gerekiyor.
İhracatı arttırmak dış ticaretçiyi rahatlatmak son derece önemli, ancak bu elbette kısa vadeli değil, uzun vadeli bir çözümün başlangıcı. Kısa vadede ise, piyasaların güven endeksini yeniden oluşturarak, yabancı sermayeli firmaları ve yatırımcıları Türkiye’ye ikna etmek en doğru çözüm olsa gerek. Bunun için de tüm siyasilerin ve otoritelerin, dışarıya karşı güven ve barış mesajlarını daha net vermeleri olmazsa olmaz. Ekonomideki ve para piyasasının gerekli gördüğü pek çok argümanın kullanılmaya çalışılmasına rağmen, henüz istenilen noktaya ulaşılamamış olması, bana Einstein’in sözünü hatırlatıyor. “Farklı sonuçlar elde etmek için, yolu değiştirmek gerekir.” Aynı yollar ile farklı sonuçlar elde etmek yerine bir an önce daha farklı, içerisinde siyasi güvenin daha fazla olduğu yolları bir an önce devreye almalıyız. Her zaman her tür krizi ve zorluğu aşmayı başarmış bir ülke ve toplum olarak, bunu da aşmak hiç de zor olmayacaktır.