Dış açıklarda düşüş sevindirici! Doların düşüşü ise geçici
Dış açıklarda düşüş sevindirici!
Evet öyle. Ancak yanlış sebepten dolayı!
Habertürk yazarlarından Dr. Ercan Kumcu saygıdeğer bir iktisatçıdır. Şahsen tanımam ancak yurtdışında öğretim üyeliği, Türkiye'de ise Merkez Bankası Başkan Yardımcılığı ve banka yöneticiliği yapmış olması ona geniş bir deneyim kazandırıyor. Bununla birlikte, anglofonların dediği gibi, kendisine tüm saygımla "I beg to differ" demek zorundayım...
Geçen hafta, Habertürk gazetesinin ekonomi ekini köşesini uçakta okurken "Dış Açıklarda Düşüş'ün Neresi Sevindirici?" yazısını okudum. Yazıda kısaca şunlar söyleniyor:
1.Bu sene dış açıkların azalması (tabi ki) sevindirici ancak "bunun karşılığında ödenen bedel çok fazla oldu."
2."Türkiye ekonomisin önündeki en büyük kısıt dış kaynaktır. ... Yurtdışının bize yönelik cömert olduğu dönemlerde hızla büyüyebiliyoruz. ... Kısa dönemde topraklarımızın altında petrol ya da altın bulamadığımız takdirde dış açıklarla yaşamaya mecburuz."
Burada Dr. Kumcu iki hata yapıyor.
Birincisi basit olanı: 2009'da büyüme ile dış açığın daralması sebepselliği tersine okuyor. Büyüme bu derece daraldığında "diğer faktörler aynı kalmak kaydıyla" cari dengenin düşmesini beklemek esasında artıya geçeceği çok tabii bir iktisatçı refleksidir. Bir ekonomide tersi de olabilir, ancak bu seneki Türkiye tecrübesi açık olarak birinci durumdur.
İkincisi: Türkiye ya da bir başka ekonominin "büyümesi önündeki en büyük kısıt dış kaynaktır" deyip bunun bir "anomali" olduğunu ve politikalarda yapılacak reformlarla bunun değişmesi gerektiğini söylememek, bir doktorun boyu uzamayan gence, bol bol McDonalds ve diğer sağlıksız anca şişmanlatıcı yemekleri yemesini önermeye benzer, genci hem kısa boylu hem de obez hale getirisiniz!
İşin özü şudur: Dış kaynak özellikle gelişmekte olan bir ekonominin hızlı büyümesi için ne yeterli ve ne de gerekli şarttır.
-Olması, kaynağın doğru kullanılması şartıyla faydalıdır. Kaynak (ya da makro iktisatçıların deyimiyle "dış tasarruflar") yanlış kullanılırsa sadece gelecek nesillerin sırtına borç yükler; ya kamu ya da özel kesim aracılığıyla.
-Olmaması ise gerekli politikalar uygulanırsa büyüme kısıtı oluşturmaz. Buna verilecek yabancı ülke tecrübeleri vardır. Ancak uzağa gitmeye gerek yok, Atatürk'ün idarede olduğu 1933'lere uzanan genç Türkiye, kendi kaynağını, hem de bir ölüm kalım savaşının hemen ardından olmak üzere, gerçekleştirmiştir. "10 yılda yurt, demir ağlarla donatılırken" hangi dış kaynak kullanılmıştır? Evet, aradan 75 sene geçmiş, dünya konjonktürü ve ekonomik yapısının o günlerle bir ilişkisi kalmamıştır. Ancak temel prensip aynıdır: "petrolün, altının yoksa" ağlamana gerek yok; dış açığa bağımlılık da zorunlu değil, sürdürülebilir akılcı politikalar geliştirmen yeterli.
Doların (bu) düşüşü "kısa" vadeli
Önceki yazılarda altını çizdiğim hususların bu konjonktürde bir kez daha hatırlatılması gerekiyor:
"Paranın pul olması diye bir deyim vardır Türkçe'de. Tüm bu yollar doların uzun vadede pul olmasına sebep olacak gibi gözüküyor." (16 Şubat 2009)
Doları "pul" haline getirecek faktörler basit:
-Finansal krizin maliyeti
-Ekonomiyi yeniden canlandırma maliyeti
-Şu ana kadar da çok artmış olan, buna karşılık yakın zamanda daha da yükselecek olan ( o kadar ki IMF ve Fed bile diplomatikliği bir tarafa bırakmış alarm çanları çalıyor ve teşviklerden "exit" politikalarının şimdiden konuşulmasını istiyor) kamu borcu
-Sosyal güvenlik sisteminin tamirinin maliyeti
Peki doların, Euro karşısındaki şu anki sıkıntıları doların "pul" olduğunu mu gösteriyor?
Cevap hayır. Paritedeki bu zayıflama geçici. Zaman veremem ancak doların Euro'ya karşı tekrar güçlenmesini, muhtemelen 1,30'lara yaklaşmasını, bekleyin. Sebebi yine önceki yazılarda tartışıldı:
"Durumu karmaşıklaştıran faktör Avrupa ekonomilerinin de geleceğinin pek sağlıklı gözükmemesi." (16 Şubat 2009) Dolar (ABD) zayıf ama Euro (Avrupa) ondan çok da iyi durumda değil. Kısa vadede paritede bu tür büyük ölçekli "swingleri" çok göreceğiz.