Dinamo sektör: Tekstil (!)

Dr. Hakan ÇINAR
Dr. Hakan ÇINAR SIRADIŞI [email protected]

Şöyle bir yaklaşık 33 yıl geriye gidelim. 1980 askeri ihtilalinden sonra kurulan ilk sivil hükümetin getirdiği en radikal yeniliklerden bir tanesi hiç şüphesiz, ihracat hamlesi idi.

Türkiye’nin ihracat yapabilmesi için koşullar incelendiğinde, o dönem içinde ülkemizi destekleyecek en önemli pazarın Avrupa ülkeleri ve Rusya olduğu, bu ülkelere yönelik ihracatta ise, katma değeri yüksek ürünler yerine emek yoğun sektörlerde şansımızın olabileceği, coğrafi yakınlığın da avantaj olması nedeniyle çok kısa sürede iyi bir yol alınabileceği ortak akıl ile ortaya konuldu.

Tüm bu taşlar birleştirildiğinde, zaten üretim açısından belli ölçülerde deneyimimizin de olması nedeniyle; ana sektör olarak tekstilde karar kılındı.

1985 ve sonrasında, Türkiye’de çok hızlı bir şekilde tekstilin her alanına yönelik gelişmeler sağlanmaya başladı. İplikten, dokuma ve örme kumaşa; mamul olarak adlandırılan her tür dış giyimden deri ürünlere kadar olan tüm üretim grupları fazlası ile desteklendi. Teşvikler en çok bu sektöre tahsis edilirken, 1990’lı yıllarda bankalar adeta tekstilcilerin kapısında kuyruk oluşturmaya başladılar. Hele ki, ihracat ayağında da her geçen gün elde edilen önemli rakamsal artışlar, hem devletin hem de özel sektör kuruluşlarının tamamının göz bebeği oldu ve tekstil de, tekstilci de adeta kral muamelesi görür oldu. Öyle ki, İstanbul ‘un göbeğine tekstil fabrikası kuruyorum dese bile, sanayici yeni yatırım teşvik belgeleri ile desteklendi. Bu güzel gidişat, 2000’li yılların başında, bir anda terse dönmeye başladı. Artık tekstil sektörü yoğun bir destek kapsamının dışına taşınır iken, bankalar ve finans kuruluşları için de bu sektör cazip sektör olmaktan çıktı. Peki ne oldu da durum bir anda değişti, istihdam açısından büyük yarar sağlayan ve milyonlarca kişinin ekmek yemesini sağladığı tekstil sektörü için rüzgar neden tersten esmeye başladı? Ve tabi bu sırada tekstil sektörü nerelere geldi; biraz bunu incelemeye çalışalım.

Öncelikle günümüze geldiğimizde, bu sektörde çok önemli bir ivme elde ettiğimizi, A’dan Z’ye tekstil ve hazır giyimde çok ciddi bir öğrenme sürecini geride bıraktığımızı söyleyebiliriz. Zaten geldiğimiz noktaya baktığımızda da Dünya tekstil ve konfeksiyon ihracatında 6.sırada yer almamız başlı başına bir gösterge teşkil ediyor. Aynı şekilde dünya genelinde bu alanda en fazla dış ticaret fazlası veren 3.ülke konumunda yer alıyoruz. Yıllık 30 milyar dolarlık bir ihracat hacmine sahip olan sektör toplam ihracatımız içerisinde de yaklaşık %19’luk bir paya sahip. Tüm bunlar gösteriyor ki, sektör, halen ihracatta önemli bir noktada. Gözbebeği olmaktan çıkmanın da sebepleri var elbette; ilk olarak bu denli yüksek üretim ve ihracat yapıyor olmamıza rağmen, ülke içinde sağlanan katma değerin yeterli düzeyde olmayışı geliyor. Bu sektörde bunu sağlamanın yolu, yüksek kar marjı elde etmekten, onun da yolu, yüksek fiyatlara satılabilen markalardan geçiyor. Ülkemiz bu alanda henüz istenilen seviyelerde ne yazık ki değil. Katma değerli ürün olarak kabul edilen, otomotiv endüstrisi de zaten bu sebepten ötürü kısa sürede tekstili geride bırakarak, aynı zamanda en çok desteklenen sektör halini aldı. Bir ülkenin ekonomisine katkı sağlayan sanayiye dayalı sektörler nedir diye bakıldığında, istihdamın önemi kadar, ülkenin elde ettiği kar rakamı da büyük önem arz ediyor. Ta ki Osmanlı döneminden itibaren verilen önem ile büyüyen ve hızla gelişen tekstil sektörü, ülkemize yeterli katma değeri yaratamadığından, alternatif sektörlere, bilhassa teknoloji ve otomotive yönelik alanlara hızla kayma olmuştur.

Tekstilcilerin aynı günleri yakalaması elbette mümkün; ancak bunun için daha fazla markalaşmaya yatırım yapan, sürdürülebilir şirketler ile her zaman ve her ülkede aranan ürünler üreten imalatçıların sayısının artması gerekiyor. Aksi hal, dış ticaret açığı ile mücadele eden ülkemizde tekstil sektörünün desteklenmesini eminim ki her geçen gün daha zor hale getirecektir.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar