Dilemekle nüfus artmaz...

Rüştü BOZKURT
Rüştü BOZKURT BUZDAĞININ DİBİ [email protected]


Türkiye'de "iç göç" sorunu, "nüfus artışı", "turizm potansiyeli", "teşvik sistemi ile kalkınma" vb. konular yıllardır tartışıldığı halde, bizi hayatın öz gerçeğine götürecek yolu bulabildiğimizi gönül rahatlığı ile söylemek mümkün değil...

Başbakanın en az 4 çocuklu ailelere ilişkin dilekleri, nüfus artış sorununu hep gündemin ön sıralarında tutuyor.
 

Nüfusla ilgili eğilimlere yön veren güçleri tartışırsak, kaliteli yönetimin temel göstergesi olan "beklenti yönetimi" konusunda daha sağlıklı adımlar atabiliriz.
 

Bütün canlılarda canın koruması ve nesli sürdürülmesi öncelikli refleksler arasında yer alır. Doğurganlık oranları söz konusu koruma ve sürdürme içgüdüsü ile ekolojinin yarattığı koşullara uyum yeteneği belirlenir. Bazı canlıların çok sayıda yumurta üretmesinin nedeni, çevre koşulları nedeniyle hayatta kalma oranın çok düşük olmasıyla açıklanır.

İnsanoğlu avcı-toplayıcı yaşam biçimi ve yerleşik topluma geçiş sürecinin çok uzun bir zaman aralığında aile, klan ve aşiret örgütlenmelerinde ne kadar kalabalık nüfusa sahipse, yaşama alanını o kadar iyi koruyabiliyor ve güvenliğini sağlayabiliyordu.

Günah algısı

Özellikle toprağa bağlı üretimin geçerli olduğu aşamada, hasat mevsiminin ihtiyacı olan insan gücü doğurganlığı ve aile büyüklüklerini belirliyordu. Benim çocukluk yıllarımda, ailenin erkek ve kadın nüfusunun niceliği, gerek tahıl üretiminde, gerekse çok zorlu bir iş olan tütün yetiştirilmesinde önemli idi. Ailenin kalabalık oluşu güç ve güven kadar, üretim zenginliği yaratmanın da gerek şartı idi. Ayrıca, günlük yaşamın insan kaynağı ihtiyaçları, inanç sisteminin " Tanrı yarattığı kulun rızkını verir" algısı ile pekiştiriliyor; doğumun şu ya da bu nedenle engellenmesi "ekonomik" olmadığı gibi "günah" algısıyla da engelleniyordu.

Ataerkil aile, zenginliğin ve itibarın gücü olan kalabalık nüfusa dayanıyordu. Aile çocuk ve yaşlı bakımının da güvencesi idi... Çocuklar da, bakıma muhtaç yaşlılar da aile bireylerinin ortak sorumluluğunda idi. Ataerkil ailenin yarattığı bu "doğal sığınma ve güven ortamı" çocuk sayısında bir sınırlamayı gerektirmiyor; tersine özendiriyordu.

Fabrika-odaklı üretim

Tarım Toplumu aşamasından Sanayi Toplumu aşamasına geçilince, fabrika-odaklı üretim olgusu, insanları topraklardan koparmış, bağımsız emeği kiralayarak geçinme aşamasına geçişi hızlandırmıştı. Ayrıca, fabrika-odaklı üretim, kentlerin büyümesini, insanların kentlerde toplanmasını sağladı. Bu sürecin başlangıcında kentlere göç edip emeklerini kiralayarak geçinenler kırsal desteği bir anda yitirmedi. Anadolu'dan büyük kentlere göçenlere kırsal kesimdeki aileleri kavurmadan fasulyeye, bulgurdan kurutulmuş sebzeye, peynirden kurutulmuş meyveye destek sağlıyor; kentte geçimi görece kolaylaştırıyor ve ucuzlatıyordu. Çocuklara aile büyüklerinin bakması da bir "ara form" olarak kırsal kesim kadar yaygın olmasa da varlığını koruyordu.

Orta sınıf ve eğitim

Ataerkil ailedeki çözülme, çekirdek ailenin ağırlık hale gelmesi, büyük alile ile olan ilişkilerin seyrekleşmesi, tek kişilik emek gelirinin aileyi geçindirmemesi, kadının iş gücüne katılımını hızlandırdı. Çalışan ana ve babadan oluşan çekirdek aile, ataerkil ailenin işlevlerini üstlenen kurumların yetersiz kalması durumunda - kreşlerin eksikliği yaşlı bakım altyapısının olmaması, sağlık hizmeti arzının sınırlı kalması vb.- aşılması güç sorunlarla yüzleşti.

Giderek gelişen "orta sınıf", çocuklarının iyi iş bulabilmesinin iyi eğitim almasına bağımlı hale gelmesinin farkına vardı. Bu nedenle, harcanabilir geliri artırmak gerekti." Az sayıda çocuk ve iyi eğitim" algısı güç kazandı. Özellikle Bilgi Toplumu aşamasında, üretimin "emek-sermaye ekseninden yaratıcı-girişimci eksene kayması", bireylerin entelektüel kapasitesini artırmayı çok önemli hale getirdi, bu gelişme eğitim-öğretim harcamalarını da artırdı.

İyi yönetim "Memleketle Mehmet'in çıkarlarını dengelemedir". Nüfusun niceliğini artırma memleketin çıkarınadır ama Mehmet çıkarlarını başka alanlarda aramak zorunda kalmaktadır. Geleceğe ilişkin eğitim-öğretim masraflarını karşılayacak kadar varlığı olanlar da, nüfus gelişmelerini dengeleyecek çoğunlukta değildir.

Değinilen temel dinamikleri dikkate almadan, nüfus artışına ilişkin kestirme yargılarla "beklenti yaratmanın" yararlı ve sakıncalı yönlerini anlayabilmek için bütünsel bir bakışa ihtiyaç vardır. Sistemin bütünlüğünü ve taşıma kapasitesini dikkate almadan yaratılan beklentiler, ortaya konan niyetler hayata taşınmazsa, orta ve uzun dönemde güven aşınmasına yol açabilir.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar