Dijital çağın kültürü

Güventürk GÖRGÜLÜ
Güventürk GÖRGÜLÜ PAZARLAMA 3.0 [email protected]

Geride bıraktığımız ay, uluslararası danışmanlık şirketi McKinsey’in portalında “Culture for a digital age” (Dijital bir çağ için kültür) başlıklı bir makale yayınlandı. McKinsey’in New York Ofisi ortaklarından Julie Goran ve Ramesh Srinivasan ile Digital McKinsey yöneticisi Laura LaBerge tarafından kaleme alınan makale, dijital dünyaya ilişkin kültür eksikliğinin şirketler için oluşturduğu riskleri ele alıyor.

Yazının başında yer alan araştırmada, küresel bazda soru sorulan yöneticilere göre dijital dünyanın rekabet koşullarında kültür ve davranış biçimi, şirketlerin önündeki en büyük engellerin başında geliyor. “Dijital Kültür” eksikliğini yüzde 33’le başarının önündeki en büyük engel olarak gören üst düzey yöneticilere göre; dijital trendleri anlayamamak (yüzde 25), dijital yeteneklerde eksiklik (yüzde 24), bilişim altyapısındaki eksiklik (yüzde 22), dijital dönüşüme ayrılmış fon yetersizliği (yüzde 21), iş akışının hiç esnek olmaması (yüzde 16) gibi faktörler, firmalar için kültür ve davranış sorunları kadar büyük bir tehdit oluşturmuyor.

McKinsey, bu nedenle dünya çapında yöneticilerin, strateji güncellemeleri, süreç iyileştirmeleri gibi operasyonel değişimler kadar kültürel değişim ihtiyacını da fark edip ve buna odaklanmaları gerektiğini söylüyor. Zira dijital çağda risk alma potansiyelinin düşük olması, şirketlerin stratejik fırsatlara odaklanmasını engelleyebilir, hızla değişen müşteri ihtiyaçlarına ve pazar dinamiklerine verilen tepki yavaşlayabilir. Bunun sonucunda da şirketler pazar kaybı ve hızlı küçülme tehlikesiyle karşı karşıya kalabilir. Diğer yandan dijitalleşme arttıkça, günümüzde sektörler arasındaki sınırlar belirsizleştikçe şirketlerdeki kültürel dönüşümün gerçekleştirebilmesi de hayli zorlaşıyor.

Kültürel dönüşüm ve bunun dijitalleşmeye etkisiyle ilgili önemli ipuçları taşıyan bu makaleyi değişim programlarıyla ilgilenen ve bu tür programları uygulayan her yöneticinin okumasını öneririm. Ancak ülkemiz açısından bu kültürel değişimin firma bazında değil de daha çok ülke bazında ele alınması gerektiğini düşünenlerdenim. Hemen söyleyeyim, “Kültür” derken sosyolojik veya antropolojik açıklamalara girişecek değilim. Basit gözlemlerden yola çıkarak “Kafayı değiştirmemiz” gerektiğini söylüyorum yalnızca.

Son zamanlarda sanayide dijital dönüşümden sıkça söz edildiğini, “Sanayi 4.0” kavramının makalelere, konferanslara, kitaplara konu edildiğini görüyorsunuzdur. Adını Almanların koyduğu Sanayi 4.0 kavramı, aslında kapitalizmin yeni bir gelişme evresinden başka bir şey değil. 2020-2025 sonrasında iyiden iyiye hissedilecek bu yeni sanayileşme ve büyüme döneminin kapitalizmin dördüncü mü beşinci veya altıncı döngüsü mü olduğunu burada tartışmanın gereği yok. Önemli olan bu yeni döngünün en önemli bileşeni olan dijital kültür dönüşümünü ne kadar sağlayabildiğimiz. Dikkat ederseniz Endüstri 4.0’dan söz edildiğinde nesnelerin internetinden, yapay zekadan, kendi kendine karar verip uygulayan makinelerden, pek çok alanda zihinsel ve fiziksel insan gücüne olan ihtiyacın azalmasından söz ediliyor. Ancak bunların pek çoğu ortaya çıkmış, görülebilir, gözlemlenebilir, deneyimlenebilir hale gelmiş teknolojiler. Bunların tümü bir araya geldiğinde insan yaşamının nasıl değişeceğini hangi ihtiyaçların ortadan kalkıp hangilerinin ortaya çıkabileceğini görmek için gerekli anahtar ise kültürel değişim.

Şöyle düşünün; bundan 20 yıl önce cep telefonu kullananların sayısı henüz birkaç milyonla sınırlıyken, masaüstü bilgisayarlar oldukça pahalı ve internet çok yavaşken, e-mail yoluyla ancak birkaç kilobaytlık dosyalar gönderilebiliyorken, 20 yıl sonra internet ve mobil teknolojinin yaşam ve alışveriş şeklimizi değiştirebileceğini, üretim ve çalışma biçimimizi bambaşka noktalara taşıyabileceğini kaçımız öngörebilirdik?

Evet, öngöremezdik, zira o güne kadar içinde yaşadığımız analog dünyanın değişim hızı böyle şeyler tahmin etmemize olanak vermezdi. Ancak 20 yıldır bir dijital deneyimin içinde yaşıyoruz. Sayısallaşmanın 2+2 eşittir 4 hesabıyla değil üslü olarak değişime yol açabildiğini gördük. Bu nedenle önümüzdeki en az 20-30 yıldan söz ederken kendi kendine giden arabalardan, akıllı yollardan, buzdolabının yiyecek siparişi vermesinden filan söz etmiyoruz. Bunlar zaten önümüzde ve görünüyor. Bunlarla birlikte insan yaşamında, ilişkilerinde, çalışmasında, tüketiminde vb. ortaya çıkacak değişimin sınırlarından söz ediyoruz.

Yanlış anlaşılmasın, burada kastettiğim şey şimdilerde pek moda olan “fütüristlik” filan değil. Şirket yönetiminden devletin idaresine, bürokrasiden eğitim sistemine kadar her alanda çalışan insanların dünyanın nereye gittiği konusunda aşağı yukarı bir fikri olmasından söz ediyorum. Bu, karar vericilerin öngörülerini var olanlar üzerinden değil henüz görünmeyen şeyler üzerinden yapabilmesi demek. Bunu yapabilecek kadar dijital teknolojiyle birlikte yaşadık sanırım. Eğer bunu başaramazsak, birinci ikinci üçüncü beşinci sanayi devrimlerini yakalayamamış, yakalayamadığı için de dünyanın geri kalanına göre fakirleşmiş ülkelerden biri olarak kalacağımıza hiç kuşkunuz olmasın. Bu olasılık gerçekleştiğindeki durumumuzu da şimdiki “orta gelirli” halimizle en zenginler arasındaki farkla karşılaştırmayın derim. Şimdi iyi kötü dünyanın ilk 20 ekonomisi içindeyiz, o durumda nerede oluruz bilmiyorum.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Orta vadeli temenniler 21 Eylül 2018