Devletin geri dönüşü
Geçen sene ABD ipotek piyasasında ortaya çıkan ve artık küresel boyutlara ulaşmış bulunan finansal kriz ile birlikte Batılı devlet kuruluşlarının piyasalara ciddi müdahalelerde bulunduğunu gördük. Hatırlarsak, ABD'de sene başında Bear Stearns 30 milyar dolarlık bir devlet desteği sayesinde JP Morgan Chase'e devredildi. Gene ABD'de vatandaşa doğrudan 150 milyar dolarlık destek ödemesi yapıldı. (Seçimlerden sonra yeni bir desteğin gündeme gelmesi de söz konusu.) İngiltere'de ise Northern Rock bankası devletleştirildi. Piyasaları rahatlatmak için gecelik faizler ciddi şekilde düşürüldü. FED ve İngiliz Merkez Bankası BOE 2. piyasası hala olmayan ipoteğe bağlı tahvilleri teminat kabul ederek bankalara kredi açtı ve açmaya da devam ediyor. Keza, Avrupa Merkez Bankası ECB halen bu şekilde piyasaları 451 milyar euro fonluyor. Bütün bu gelişmeler neo-liberallerin kapitalist sistemde piyasa mekanizmasının problemleri kendi içinde çözme yetisi olduğu şeklindeki batıl inanışlarını da yıkmış bulunuyor.
Geçen hafta sonu gerçekleştirilen Fed'in yıllık istişare toplantısında ise BOE'nin eski danışmanlarından akademisyen Willem Buiter bu tarz müdaheleleri eleştirerek, FED ve ABD hazinesinin finansal piyasa oyuncularının isteklerine fazlasıyla boyun eğdiği şeklinde yorumlarda bulundu. Şahsen Buiter'in fikirlerine katılmıyorum, ve hatta fazla naif buluyorum. FED'in yaklaşan sorunları önceden teşhis edemediği doğru. Ancak gelinen noktada FED'in müdaheleleri zamanında ve gerekliydi. Sorunların çözümünü piyasa mekanizmalarına bırakmak ise son derece abartılı bulduğum bugünkü kriz ile 1929 Büyük Buhranı arasında kurulan parallelikleri bir anda gerçeğe dönüştürebilirdi. Ha, "en başından bu noktaya gelinmemesi gerekirdi" denilebilir ama bence bu başka bir tartışma konusu.
Aslında şunu da unutmamak gerek. Çoğu zaman (özellikle de Washington konsensusu bağlamında) özelleştirme, liberalizasyon ve deregülasyon kavramları aslında Batı ülkelerinin zayıf rejimleri uluslararası sermaye vasıtasıyla kontrol altına almak ve pazarlarına hakim olmak için uydurdukları bir doktrinden de öteye geçmemiştir. Batı, sadece şu yaşamakta olduğumuz finansal kriz çerçevesinde değil, her daim stratejik bulduğu sektörleri devlet koruması altında tutmaya devam etmiştir. (Bu bağlamda, ABD'nin iflas sürecinde olan GM için yakında devlet destekli bir yardım paketi ortaya koyması şaşırtıcı olmayacaktır.) Neo-liberal anti-devletçi söylemlerin en rağbette olduğu son 20 yıla ilişkin OECD'nin Batı ekonomilerinde kamu harcamalarının milli gelire oranındaki gelişimiyle ilgili bulguları, neo-liberal politikaların aslında bir söylem olduğu ve gelişmiş Batı ülkelerinde fiiliyata dönüşmediğini göstermesi açısından ilginçtir. 1990 yılında %40.9 olan bu oranın 2009 yılında %40.8 olarak gerçekleşmesi beklenmektedir. (Ki, ben OECD'nin projeksiyonlarında başta ABD olmak üzere son dönemde iyice genişleyen kamu harcamalarının ve bütçe açıklarının yeteri kadar dikkate alındığını da düşünmüyorum. Gerçekleşmenin bu projeksiyonun oldukça üzerinde olması şaşırtıcı olmayacaktır.)
Gelişmekte olan ülkelere baktığımızda ise, devlet güdümlü kapitalizm uygulayan ülkelerin zaman içinde çok daha başarılı olduğunu görüyoruz. Japonya, Güney Kore ve Tayvan'ın kalkınması hep devlet politikaları sayesinde oldu. Bugünlerin yükselen yıldızı Çin ise kurallarını tamamen kendinin belirlediği tek taraflı bir ekonomi politikası uyguluyor. Parasını dolara bağlıyor, dış ticaret anlaşmalarında mütekabiliyetten olabildiğince kaçınıyor, sermaye hareketlerine tahdit koyuyor, finansal sisteme doğrudan müdahelelerde bulunuyor. Bütün bunlar neo-liberallerin uykularını kaçıran önlemler olmasına rağmen Çin son derece de başarılı.
Türkiye'ye gelirsek: Bilindiği gibi 2001 sonrasında uygulanan İstikrar Programı İMF tarafından hazırlanmış anti-devletçi ve neo-liberal bir programdı. Stand-by anlaşması sona erdiği için program miadını doldurmuş gözükse de Hükümetin alternatif bir program geliştir(e)mediği pek çok yorumcu tarafından vurgulanmakta. Ancak daha önce açıklanan Orta Vadeli Mali Çerçeve'de de görüldüğü gibi programın ana teması olan devleti küçültücü neo-liberal politikaların devam ettirilmesi konusunda Hükümet içinde bir mutabakat olduğu görülüyor. Şöyle ki, Orta Vadeli Mali Çerçeve'de 2012'ye kadar kamu harcamalarının milli hasılanın %22'sini aşmayacağı açıkça taahhüt altına alınmıştır. Batıda bile %41 olan bu oranın bu kadar düşük seviyelerde tutularak ülkemiz için acil önem arz eden eğitim, sağlık ve fiziksel altyapı problemlerinin nasıl çözülebileceğinin ve ekonominin sürdürülebilir bir kalkınma ortamına nasıl sokulacağının cevabını ben bilmiyorum doğrusu.