Devlete rasyonalite hipoteziyle bir bakış 2

Gündüz FINDIKÇIOĞLU
Gündüz FINDIKÇIOĞLU GLOKAL BAKIŞ [email protected]

Yöneten elitin ve varsa dayandığı sınıfların temsilcisi olarak amacını maksimize eden mülk sahibi devlet bekasını neye dayandıracaktır? Her şeyden önce devletin vergi alabilmesi gerekir: vergi alamayan devlet zayıf devlettir. Devlet vergi almamayı tercih edebilir: ancak istediği anda alabilecek güç ve prestijde olması gerekir. Güçlü devlete etkinlik niteliğini de atfediyorsak, bir ilk yaklaşım olarak Laffer eğrisi vergi cephesindeki kısıdı ifade edebilir. İkinci kısıt prestij/güvenilirlik noktasında doğmaktadır. Açıktır ki kredibilite meşruluğun zorunlu koşulları arasındadır. Üçüncü kısıt da yöneten elitin herhangi bir yolla devrilme olasılığından kaynaklanabilir. Burada elitin bekası açısından çıkarlarını aynen koruyarak nöbet devretmesinden değil, devrimle, darbeyle veya reformla, hatta seçimle, tüm dayanaklarını kaybetmesinden bahsediyoruz. Görünürdeki iktidarın, herhangi bir durağan stokastik (olasılığa dayalı) süreci izleyerek, birkaç siyasi parti arasında el değiştirmesi devletin ve yönetici elitin -ve dayandığı gücün- gerçekten toplumsal aktörlere ve yurttaşlara karşı hesap verecek durumda olduğunu göstermez.

Mülk sahibi devlet ve yönetici elitin davranışının yukarıda belirtilen üç kısıt altında şekilleneceğini varsayalım. Önce devletin kredibilitesi yönetici elitin gücünü korumasının ne kadar olası olduğuna bağlı olabilir. Düşük bir olasılık söz konusuysa, devlet hesap verir olmayı istemeyecektir. İkinci olarak da, elitin devrilmeme olasılığı -dolayısıyla devletin kredibilitesi- yurttaşların eliti devirme olasılığına bağlı olacaktır. Tabii, yurttaşların eliti herhangi bir yolla devirme olasılığı devirme yönünde bir tercih oluşturmalarına olduğu kadar, devirme kapasitelerine veya olanaklarına da bağlıdır. Mülk sahibi devletin en kötü etkiyi yaratabileceği durumlardan birisi, söz konusu devletin toplumun devleti yöneten eliti devirme isteğinin olduğu, fakat devirme kapasitesinin olmadığına inandığı durumdur. Bu durumda yöneten elit toplumsal aktörler karşısında paranoyaya varan bir kuşku içine düşebilir. Dahası uzun dönemli plan yapamadıkça kısa dönemli rant maksimizasyonuna gidecek ve belki de kendi sonunu hazırlayacak bir "kendisini gerçekleştiren beklentiler" sarmalına düşebilecektir. Bununla bağlantılı olarak, devlet yurttaşların bilinç durumunu değiştireceği veya ellerine yeni imkanlar vereceği gerekçesiyle ekonomik gelişmeyi yavaşlatmak bile isteyebilir. Fakat bu olasılık gerçekten de yüksek olabilir: toplum gerçekten de ekonomik gelişmeyle veya demokratikleşmeyle doğru orantılı olarak eliti devirme niyetinden vazgeçmeksizin devirme imkanlarını artırabilir. Bu durumda mülk sahibi devlete akıl verenlerin aklına devlet katında itibar edilmemesi doğaldır.

Yönetici elitin potansiyel ayakta kalma olasılığından da bahsedebilir ve bu olasılığı sosyolojik ve jeopolitik faktörlere bağlayabiliriz. Devlet politikaları toplumsal aktörlerin talepleriyle ne kadar uyuşuyorsa elitin aktüel ayakta kalma olasılığının potansiyel ayakta kalma olasılığına o kadar yaklaşacağını da düşünebiliriz ve devlete akıl veren entelektüellerin varsayımı da muhtemelen budur. Ancak, acaba devletin potansiyel ayakta kalma olasılığı ne kadardır? Bu olasılık yüksekse toplumsal talepleri karşılayarak sanki acente davranışı göstermenin, yukarıdaki varsayımla, devletin aktüel ayakta kalma olasılığını artıracağını söyleyebiliriz. Ancak, aktüel ayakta kalma olasılığının devletin topluma uyum sağlayıcı politikalar izlemesiyle artmasının devletin kredibilitesine, istenirse "devlet olma niteliğine", zarar vereceği bir eşik var olabilir. Yani, bu strateji monotonik olmayabilir ve entelektüeller bu kırılma noktasını da kaçırabilirler. Pek çok durumda devlet talepleri kabul etmenin zaaf olarak algılanacağını ve kredibiliteyi artırmayıp tersine azaltacağını düşünmektedir ve haklı olması ihtimal dahilindedir.

Daha da önemlisi, yönetici elitin potansiyel ayakta kalma olasılığı düşük olabilir. Düşük bir potansiyel olasılık söz konusuysa, toplumsal talepleri karşılamamak optimal strateji olarak yönetici elitin önüne çıkmaktadır. Örneğin Orta Doğu'da bazı güncel davranışlar bu kategoriye girebilir. Bu durumda entelektüellerin devleti ikna etme stratejisi tamamen yanlış temeller üzerine kurulmuş olacaktır ve tek çıkış noktaları yönetici elitin aslında yüksek olan bu olasılığı düşük gördüğü, yani yanlış algıladığını  savunma noktasındadır. Bu çıkış zayıf bir çıkıştır çünkü: (a) Devlet prensip olarak kendi bekasının gereğini daha iyi görebilecek durumdadır ve, en azından, kendi durumunu böyle görmektedir. Ayrıca, prensip olarak devlet de entelektüellerin durumu yanlış algıladığını söyleyebilir. (b) Devlet de "öğrenme süreci" yaşamaktadır ve asimptotik rasyonaliteye sahiptir. Bu iki noktayı da reddetmek devlete irrasyonalite atfetmek olacağından bu durumda ikna etmeye çalışmanın bir yararı zaten yoktur.

Devlete rasyonalite atfediyorsak sübjektif ve objektif potansiyel var kalma olasılıkları arasında bir ayrım yapamayız: rasyonel beklentiler tanım olarak sübjektif ve objektif beklenti dağılımlarının aynı olduğu anlamına gelir. Bu noktada sınıf savaşı, etnik çatışma, jeopolitik sorunlar vb  konuların düşük bir potansiyel var kalma olasılığına yol açtığını ve önemsenmemeleri talebinin kabul edilemeyeceğini tespit edebiliriz. Bu durumda yönetici elit kredibilite kaybedebilir ve Laffer eğrisinin yanlış tarafında kalarak güvenilir bir vergi sistemi kuramayabilir. Öte yandan, mülk sahibi devletin bekası olasılığı uyguladığı politikalardan bağımsız olarak yüksek olabilir. Bu durumda da devlet acente gibi davranma müşevviğine sahip olmayıp, tek tahdit vergi cephesinden gelecektir. "Umurunda olmama durumu" oluşursa kamu görevlerinin yerine getirilmesi bile yönetici elitin öncelikli hedefi olmayabilir ve, hatta, özel mülkiyetin korunması bile özel ellere bırakılabilir. 

Devleti yöneten elitin ve/veya dayandığı gücün/sınıfın bekası olasılığı çok düşükse veya çok yüksek olmakla beraber devlet politikalarından bağımsızsa, mülk sahibi devletin sanki acente gibi davranması beklenemez. Kontraktaryen bir bakışı "sanki" perspektifiyle öne sürmek pozitif bir açıklamaya katkı sağlamayacaktır. Bu durumda devletin -kendi dayandığı güç veya sınıf dışından gelen- toplumsal talepleri karşılamasını istemek de yönetici elit tarafından ciddiye alınmayacaktır. Daha da önemlisi, argümanların ait olduğu düzlemi ayırarak, acente devlet görüşünü ait olduğu siyaset felsefesi düzleminde savunmak ve acente devlet esprisiyle zaten bağdaşmayan ikna etme rolünden vazgeçmek olabilir.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Risk ve yavaşlama 01 Ekim 2019
Fed, resesyon, Türkiye 24 Eylül 2019
Coğrafya ve imparatorluk 17 Eylül 2019
Fed ve dolarizasyon 25 Haziran 2019