Devlete rasyonalite hipoteziyle bir bakış 1

Gündüz FINDIKÇIOĞLU
Gündüz FINDIKÇIOĞLU GLOKAL BAKIŞ [email protected]

Devlet toplumsal aktörlerin kendisine devrettikleri yetkiyi kullanan bir acente mi, yoksa kendi bağımsız amaç fonksiyonunu toplumsal ve ekonomik kısıtlar altında maksimize etmeye çalışan bir aygıt mı? Optimize ettiği amaç fonksiyonu yöneten elitin faydasını mı temsil ediyor? Öyleyse, bu elit toplumsal bir sınıfla, dolaylı olarak da olsa, bir kısmi örtüşme ve/veya temsil ilişkisi içinde mi? Devlet toplumsal aktörlerin acentesiyse, söz konusu toplumsal aktörler tercihlerini nasıl toplulaştırıyorlar ve devlet farklı çıkarlar arasında bir denge unsuru, bir konsensüs odağıysa, bu konsensüse nasıl ulaşılıyor? Kolektif aksiyon problemini çözme sürecinin odağında bizzat devlet yer alıyorsa, toplumsal aktörlerin kendisine delege ettikleri yetkinin şekillenmesi de bizzat devletin işiyse, devleti bir "acente-temsilci" ve toplumsal aktörleri de "mülk sahibi" olarak gören metafor açıklayıcı olabilir mi? Siyaset bilimiyle iktisadın kesişme kümesinde yer alan bir literatürün terimleriyle sorarsak: devlet acente mi, yoksa mülk sahibi mi -principal/agent? Devletin "mülk sahibi" olduğunu düşünmek için nedenler olsa bile, kavramsal olarak devletin "sanki acenteymiş" gibi ele alınmasında normatif veya açıklayıcı yararlar bulunabilir mi?  

Devletin acente olarak görüldüğü yaklaşım Anglo-Amerikan siyasi düşüncesine aittir ve net ifadesini kontraktaryen gelenekte bulur. Devletin mülk sahibi olarak görüldüğü yaklaşım ise dünyanın geri kalan kısmı için uygun olarak düşünülür ve bazen de Kıta Avrupa'sına atfedilir. Tipik olarak Fransa'ya, daha özel olarak da bazen "jakobenizme" atfedilen bu yaklaşımın bu atıflara hak verdirip verdirmediği, verdiriyorsa bu atıflarla sınırlı kalıp kalmadığı ayrı bir konu olabilir. Benim kanım "jakobenizmin" bu konuyla ilgili olmadığı ve, ayrıca, son yıllarda ülkemizde açıkça yanlış bir popüler kullanıma alet edildiği yönünde olmakla beraber, bu kanıyı burada tartışamam. Anglo-Amerikan siyasi kültürünün -genellikle bizzat Anglo-Amerikan siyaset teorisyenleri tarafından ileri sürülen- farklılığı ve toplumsal talepleri karşılayarak konsensüse ulaşma kapasitesinin yüksekliği iddiaları yanlış görünmüyor ve bir ilk yaklaşım olarak savunulması mümkün. Yine de bu görüşleri kabul etmeye eğilimli olmakla Anglo-Amerikan siyasi kültürünün bir kurumsal tasarımın eseri olduğunu ve iyi dizayn edilmiş kurumlar/anayasayla beraber başka ortamlara transfer edilebileceğini savunmak arasında büyük bir fark var. Türkiye'nin mevcut Anayasasına ve mevcut siyasi kurumlarına yönelik eleştirileri, haklı da olsalar, tarihi olarak Anglo-Amerikan ve Fransız ekolleri arasında yapılmış bir tercihe dayandırmaya çalışmak bir olgu-karşıtı tarih alıştırması yapmayı istemekten veya açıkça normatif bir tercihi ifade etmekten öte bir değer taşımayacaktır. Oyun-teorik ve tercih-teorik bir analitik siyasal iktisat tarzını tercih edenlerin bile çalışmalarında kurumsal çerçeveyi soyutladıklarını çoğu zaman baştan söylediklerini ve gerçek tarihin  bir tercih/kurumsal dizayn alternatifleri dizisi olarak görülmesini önermediklerini ifade etmekte yarar var. Tarihi olarak çoğu zaman tercihlerin yapılacağı küme tek bir noktadan ibaret olabiliyor. 

Devletin hakikaten toplumsal aktörlerin acentesi olduğu tezini gerçekçi bulmaz ve, sadece normatif bir siyaset felsefesi estetiği yaratmakta kullanılabileceğini düşünerek bir yana bırakıp, ikinci tezi ele alırsak şu soruyu sorabiliriz: "mülk sahibi" devlet hangi koşullarda sanki acenteymiş gibi davranarak amaç fonksiyonunu optimize edebilmektedir? Yani, devlet ne zaman toplumsal taleplere hassas olmasının kendi (ve temsil ettiği çıkarların) bekası açısından rasyonel olduğunu düşünebilir? Neden devlet bazen toplumsal talepleri karşılamamayı optimal strateji olarak görmekte ve benimsemektedir? Üstelik, bu dönemlerde entelektüellerin önemli bir kısmının devlete akıl verdiğini ve bu stratejinin devletin uzun dönemli çıkarları açısından da yanlış olduğunu iddia ettiğini, fakat ikna edici olamadığını görüyoruz. Daha açık konuşursak, çok sayıda entelektüelin sürekli olarak savundukları tez toplumsal talepleri hemen karşılamanın gerekli olduğu şeklindedir. Ancak, bu entelektüeller görüşlerini "acente devlet" görüşüne dayandırmayı ve/veya direkt olarak siyaset felsefesi düzleminde ifade etmeyi -amaçları açısından muhtemelen haklı olarak-yetersiz bulmakta, tezlerini aynı zamanda devletin ve temsil ettiği güçlerin çıkarları açısından da rasyonel bir stratejinin öğeleri olarak sunmayı denemekteler. Son kırk yılda pek başarı kazandıkları söylenemez.

Mülk sahibi devlete (proprietor state) karşı olmanın ve acente devleti (agent state) arzulamanın bizzat devlet nosyonuna karşı olmak olmadığı açık olduğu gibi, bu görüşü savunmak mülk sahibi devletin devletsizliğe göre bir -Pareto anlamında- iyileştirme olmadığını söylemeyi de gerektirmez. Prensip olarak, hiçbir devletin olmadığı yan yana var olan bir hayali topluluklar dünyasının devletlerden oluşan bir dünyaya göre daha etkin bir denge olabileceği iddia edilebilirse de, bu iddia fazla ilginç veya yeni bir görüş değildir. İstenirse, devletin mülk sahibi olmaktan öteye geçip, toplumsal talepleri kabul etmemekten de öte, bu taleplere söz hakkı dahi vermemeyi ve bu yolla boğmayı denediği duruma yırtıcı devlet ("predatory state") diyebilir ve mülk sahibi devletin aşırı bir varyantı olarak görebiliriz. Bu duruma "faşizm" vb adlar takmamakta yarar var çünkü burada kullanılan kavramlar çerçevesinde "predatory state" endüstriyel organizasyon literatüründe kullanılan bir nosyona atıfta bulunmaktadır ve tekelci bir blokajla etkin olmayan bir durum yaratmayı ifade etmektedir. Faşizmin etkin olması da mümkündür, yırtıcı devlet faşizmin kullandığı dozda şiddet kullanmayabilir, faşizmin kitle tabanına ve/veya "kitle ruhu anlayışına" sahip olmayabilir vb. Dolayısıyla mülk sahibi devletten bahsetmek devlet karşıtlığını gerektirmez ve acente devlet savunucuları siyasi meşrebe göre siyasi yelpazenin çeşitli yerlerinde bulunabilirler. 

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Risk ve yavaşlama 01 Ekim 2019
Fed, resesyon, Türkiye 24 Eylül 2019
Coğrafya ve imparatorluk 17 Eylül 2019
Fed ve dolarizasyon 25 Haziran 2019