Devlet korur…

Ümit ÖZLALE
Ümit ÖZLALE umit.ozlale@dunya.com

Devletin siyasi bir tercihle sosyal sektörler­den çekilmesinin, denetleme ve düzenleme görevini yine aynı tercihlerle yapmamasının so­nuçlarını hayatın her alanında görüyoruz. Sağ­lıkta, eğitimde, turizmde… Yine de hiçbiri yüzyı­lın felaketi kadar canımızı acıtmadı.

Neden bu felaketi daha az kayıpla atlatama­dık? Neden bugün yeni bir felakete karşı hiçbi­rimiz kendimizi güvende hissetmiyoruz? Oysa deprem vergileri, giderek güçlenen inşaat sek­törümüz ve şirketlerimizin geliştirdiği teknolo­jiler düşünüldüğünde kendimizi daha güvende hissetmeliydik.

İlk yanlışı şehir planlamasında yaptık. Fay hatlarını dikkate alan, depremin ülkenin gerçe­ği olduğunun bilinciyle denetim ve düzenleme­lerin aksatılmadığı şehirler inşa etmek yerine, sermaye birikimini esas alan bir kentleşme poli­tikası izledik. Bugün bu politikanın daha acıma­sızına tanıklık ediyoruz.

Depremi bahane ede­rek, yüksek rant getiren ama çok risk taşımayan yerlerde kentsel dönüşüm bütün hızıyla devam ederken depreme karşı daha kırılgan ama ser­maye birikimi açısından cazip olmayan yerler es geçiliyor. Binalar depreme dayanıklılık per­formansı baz alınarak değil, yatırımın geri dö­nüşü baz alınarak ayrıştırılıyor. Dolayısıyla top­lumsal fayda yerine kişisel kar ön plana çıkıyor.

Dönüşümün temeli Afet Yasası’na dayanıyor

Yukarıda bahsettiğim bütün bu acımasız dönüşümün temeli de Van depreminden son­ra hazırlanan Afet Yasası’na dayandırılıyor. Bu yasayla beraber binada yaşayan daire sahiple­rinden birinin bile binanın risk tespiti için baş­vurması yeterli oluyor. Bina çürük çıkarsa da gelebilecek bütün itirazlara karşı binaya yıkım kararı veriliyor.

Bu uygulamanın neresi kötü diye sorabilir­siniz. Söyleyelim. Bu uygulama eşi görülme­miş bir rantı ve eşitsizliği beraberinde getiriyor. Gayrimenkul yatırımlarının cazip olduğu yer­lerde inşaat şirketleri eski bir apartman daire­sini alarak hem daire sahibi hem de potansiyel yatırımcı oluyor. Daire sahibi sıfatıyla binayı risk analizine sokup yatırımcı sıfatıyla da çürük raporu alınmasını sağlıyorlar.

Sermaye güçleri­ni de kullanarak Afet Yasası sayesinde hatırı sa­yılır gelir elde ediyorlar. Oysa yasanın ve uygu­layıcıların yapması gereken, potansiyel ranttan bağımsız olarak, en riskli binaların tespit edilip, güçlendirilmesi ya da yıkılıp yeniden yapılması olmalıdır. Yani kentsel dönüşümde öncelik kâr değil risk olmalıdır.

Yukarıda bahsettiğim uygulama sadece İs­tanbul ya da İzmir gibi şehirlerin içinde bir eşit­sizliği arttırmakla kalmıyor, ülkenin bütününe yayılan bir haksızlığı derinleştiriyor.

Depreme karşı sermayenin, dolayısıyla rantın yüksek ol­duğu yerler korunurken diğer yerlerde vatan­daşlar neredeyse kendi kaderine bırakılıyorlar. Mevcut iktidarın yönetim anlayışına temel iti­razım da bu: sosyal bir devlet riskin bireysel­leşmesine karşı en büyük güvencedir. Barınma, eğitim, sağlık gibi alanlarda devletin vatandaşı­nı piyasa dinamiklerinin yaratacağı olumsuz­lukla karşı koruması esastır.

Ben günümüzde mevcut yönetim anlayışının en çok bu alanı boş bıraktığını ve bunu siyasi bir tercih neticesinde yaptığını düşünüyorum. Çok alakasız gelmesin; son açıklanan enflasyon verilerindeki aylık ve yıllık fiyat artışlarında, konut, sağlık ve eğitim gibi kalemlerin başı çekmesinin de bahsettiğim bu siyaset anlayışının bir sonucu olduğunu dü­şünüyorum.

Sosyal devlet anlayışından uzaklaşıldı

Son olarak, herkesi yüzyılın felaketiyle ilgili unutamadığı bir öfkesi vardır. Benim en büyük öfkelerimden biri hepinizin bildiği bir telekom şirketineydi. Bu şirket, depremden önce fela­ket anında drone yardımıyla iletişimin devam edeceğini açıklayan bir kampanya yapmıştı.

Tanınmış bir tiyatro sanatçısının sesinden, bir deprem felaketiyle karşılaştığımızda iletişimin devam edeceğinin ve yardım çalışmalarının ak­samayacağının müjdesini almıştık. Depremde ise bunun tam bir dolandırıcılık olduğunu gör­dük. En kötü performans gösteren bu telekom şirketi oldu. Günlerce deprem bölgesinde hiz­met veremedi. Sorumsuzluğu birçok insanın hayatını kaybetmesine yol açtı. En kötüsü de ne biliyor musunuz? Bu şirkete bir şey olmadı. Kamuoyu önünde hesap vermedi. Halkı kandır­maktan dolayı ceza almadı ve sorumsuzluğunun bedelini ödemedi.

Yukarıda, mevcut iktidarı sosyal devlet anla­yışından uzaklaşarak vatandaşını risklere karşı daha kırılgan hale getirdiği için eleştirmiştim. Bu yönetim anlayışı vatandaşı sadece hayatın getirdiği risklere karşı değil, gözünü rant bürü­müş açgözlülere karşı da koruyamıyor. Deprem bölgesinde koruyamıyor, Kartalkaya’da koruya­mıyor, yenidoğan ünitesinde koruyamıyor. Gü­venlik kelimesini dilinden düşürmediği bir dö­nemde koruyamıyor.

Not: Geçen hafta tekstil ve hazır giyim sek­törünün içinde bulunduğu çıkmazdan nasıl kurtulabileceği ile ilgili çözüm önerilerimi ya­zacaktım. Gündemimiz deprem olduğu için haftaya kaldı.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Sonumuz benzemesin… 09 Nisan 2025
Basit ama zor… 26 Mart 2025
Tarih tekrar eder mi? 26 Şubat 2025
TÜSİAD vs MÜSİAD 19 Şubat 2025