Devlet kavramının kısa öyküsünde siz hangi sınıftansınız?
Bayramı bir şekilde yasa kavramını ve yönetim modellerini okuyarak geçirdim desem yeridir. Bunu yapmamın gerekçeleri bu kadar tartışılan “yeni Anayasa yazılması” kavramına aşina hale gelmek ve yasa yazmanın tarihçesini öğrenmekti. Aslında benim gibi ortalama birinin yasalarla ilişkisi çok yoğun değildir, hele hele genel uğraşı alanı sağlık olduğunda ve yasaya aykırı şeyler yapmaya da çalışmıyorsanız, düzenin içinde yuvarlanıp gidersiniz. Yasa kavramı da zaten insanlar devlet kurmaya heveslendiklerinde ortaya çıkmış, tartışmanın kökeni aslına Antik Yunan’a dek gidiyor. Platon, Aristo gibi çok tanınan düşünürler, zamanlarının önemli bir bölümünü ideal devlet modelinin ne olduğunu anlamaya ayırmışlar. Bu düşünürler aslında matematik, biyoloji gibi diğer alanlarda da çalışan sıra dışı kişilikler. İdeal devlet modelini anlamaya çalışmalarının bir nedeni böyle bir şeyin var olup olamayacağını tartışmak, genel umutları ise, ideal devleti bulduklarında artık yönetim açısından rahat edeceklerini zannetmek olmuş. Bu ideali arama çabası Roma’da da sürmüş, Rönesans sonrasında da tartışılmış. Herkes için geçerli bir yasa yapılması uğraşı, çok sayıda insanın ortak bir yönetim altında toplanabilmesi için gerekiyor. Mesele bu kuralları da bağlayacak yasalar üstü bir yasanın, yani anayasanın nasıl tanımlanacağında. Zira anayasa özeleşmiş alanlar söz konusu olduğundaki detayları içermiyor, sadece ana kurallar manzumesini veriyor.
Sınıflar her zaman varlığını sürdürür
Anayasanın tanımını zorlaştıran bir unsur daha var, o da yönetimin nasıl yapılacağı; yani kimin yöneteceği, kimin yönetimde aracılık edeceği ve halkın bunun içinde nasıl yer alacağı. Daha sonra ayrıntısıyla tartışmaya çalışacağım halk sorunu ise inanın Anayasa’dan da belirsiz bir durum, genellikle köylülerden ve paryadan (köle) devşirilmiş görünüyorlar. Lakin üst sınıflar olarak adlandırılan soylular, bürokratlar, teknokratlar ya da entelektüellerin tanımları açık. Çünkü Eski Mısır’ı bile model alsanız, firavun tanrı soyundan gelen olarak tanımlanıyor. O pozisyona nasıl geçtiği çok açık olmasa da, nereden geldiği kendiliğinden belli. Durum böyle olunca soylular da onun ardılları halini alıyor. Teknokratlar ve entelektüeller ise okumuş kesimin ifadesi, bunların görüşlerine gerek olduğunda başvuruluyor. Devlete dair işleri yerine getiren, yanı kayıt tutan, hesap yapan grup da bürokratlar. Yönetim taht ve hükümdar da olsa, entelektüeller senato yoluyla yönetimdeler. Modeli daha demokratikleştirdiğinizde Avam Kamarası, Cumhuriyete çevirdiğinizde meclis ortaya çıkıyor. Sorun yönetim modelinde değil, yönetimin herhangi bir kademesinde olanların ‘şahsi menfaatlerini ülkenin menfaatlerinden üstün görüp görmeyeceklerinde’ kilitleniyor. Hangi model olursa olsun, iktidar sahibi bütün güçleri elinde toplama eğiliminde (Platon boşuna kafa yormamış), iyi bir parlamento ile bunun üstesinden geliniyor. Tanımlanamayan halk tarih genelinde baktığınızda bütün bu modelleri kabul ediyor, işler halkın kabul edemediği duruma gelince ya savaş çıkıyor ya da sistem ihtilalle sonlanıyor, yeni bir devlet modeline geçiliyor.
İç içe geçen sınıflar sorunu ve paryanın iş alanı kaybı
Bugünkü duruma baktığımızda da aslında sınıfların varlığını sürdürdüğünü görüyoruz, sadece belli bir esneklik içinde kayıyorlar. Bundan en çok etkilenen soylu dediğimiz kısım, soy üstünlüğü aristokrasiyi (iyi güçler anlamına gelmektedir) kapsamadığından, artık güçlerini sermayeden alıp, elitleşmeye çalışıyorlar. Entelektüeller yine var, günümüzde aydınlar olarak adlandırılmaya çalışılıyor, ancak aydın sözü okumuş olmakla karıştırıldığından kavramın içi boşalmış durumda. Bürokratlar ise devlet olduğu sürece varlıklarını teminat altına almış olan tek kesim, her halükarda yaşıyorlar. Ne var ki işgücündeki makineleşmeye bağlı çok ağır bir parya sorunu var, mevcut sistemin tökezlemesi de buradan kaynaklanıyor. Zira nüfus artıyor, devlet yapısı gereği vatandaşına yaşama güvencesi veriyor. Eskiden bu parya kesimi nerdeyse boğaz tokluğuna çalışırken, bugün temsil ediliyorlar. Ama kol gücüne dayalı işlerde makineleşme ve otomatizasyona bağlı ağır bir iş azalması var. Dolayısıyla günümüz modern ve endüstrileşmiş devletinin sürdürülebilirliği, halkı oluşturdukları varsayılan, bu paryadan devşirilmiş insanların sorununa dönüşüyor.
***
Genel kaynak: Res publica, Platon’dan Skinner’a antik ve modern düşünce. Editör Armağan Öztürk, Doğubatı Yayınları, 2013.