Devlet feneri
Devlet gibi devlet olmanın şartlarından biri de şu: Kural koyacaksın, koyduğun kuralları uygulayacaksın. Toplumun her kesimi, her bireyi “demokratik otoriteni” istisnasız, kayırmasız, kollanmasız hissedecek. “Demokratik otorite” anayasadan başlayarak “demokratik hukuk devleti” kavramını tüm yaşam alanlarına yansıtan bir yasa düzeni demek. Siyasetten bağımsız yargı, böyle bir düzenin olmazsa olmazı.
Siyasetten bağımsız yargı kadar önemli ve gerekli bir şey daha var: Siyaset karşısında “özerk” soruşturma, denetleme ve düzenleme kurumları. Devlet gibi devlet olmanın şartlarından bir diğeri de hem bu kurumlara sahip olmak hem de her türlü siyasi yönlendirme ve baskıdan uzak çalışmalarını
sağlamak.
Bunlar yoksa veya eksikse devlet gibi devlet olunamıyor. Demokratik hukuk devletini inşa etmek zorlaşıyor. Yasalar uygulanmamak; kurumlar işlevlerini yerine getirmemek için var olmuş oluyor. Özellikle araştırma, soruşturma, denetleme ve düzenleme kurumları işlemediği, işletilmediği ya da siyaset kurumunca görünür görünmez etkilerle engellendiği zaman…
O zaman şu oluyor: Yasalara dayalı demokratik hukuk düzenini bozan, tahrip eden, ekonomik kaynakları yolsuzlukla, rüşvetle, katakulliyle gasp eden, toplum vicdanını, ahlâk değerlerini çökerten ne kadar “musibet” kişi ve oluşum varsa, meydan onlara kalıyor.
Hukuku koruma refleksi
Meydanın, yasalara dayalı demokratik hukuk düzenini bozan, ekonomik kaynakları gasp eden, toplum vicdanını, ahlak değerlerini çökerten ne kadar “musibet” kişi ve oluşum varsa onlara kaldığı; en azından “açık tutulduğu” bir Türkiye söz konusu olduğunda devlet gibi devlet arayışı da öne çıkıyor.
Bugün Türkiye’de böyle bir devlet aranıyor. Ortalığa adeta “fışkıran” yolsuzluk pisliğini temizleyecek, “hukuku ve yasa düzenini koruma refleksi” güçlü ve hızlı bir devlet ve siyasi otorite; yani hükümet iradesi ve eylemi aranıyor. Dikkat edilirse son günlerde ekonomiyle ilgili olarak, devleti yöneten AKP iktidarına yönelik öneri, uyarı ve istemler arasında “yolsuzlukla mücadele” ön sıralarda yer alıyor.
Alman yargısının “yarı“ aydınlattığı “Deniz Feneri” yolsuzluğunun Türk yargısı tarafından “tam” aydınlatılması istemini, bu arayış çerçevesine oturtabiliriz. Olay, siyaset arenasında tozu dumana kattı. Ama, devlet katında henüz aynı etkiyi yaratmış değil. Devlet katından kasıt, Alman yargısının, ele geçirilebilen Türk faillerini cezalandırdığı “ağır nitelikli dolandırıcılık” olayında Türkiye ayağını araştırması gereken kurumlar. Tabii ilk akla gelen, Mali Suçları Araştırma Kurulu (MASAK).
FBI örneği
Güçlü devlet olmak, lafla mümkün değil. Devletler, kurumlarının gücü ölçüsünde güçlü, etkili ve demokratiktir. ABD’de kopan ve küresel yayılmayla neredeyse dünyayı tehdit eden mali kriz soruşturma, denetleme ve düzenleme kurumlarının ne kadar önemli olduğunu gösteriyor. Kriz, ABD mali denetim kuruluşlarının anında harekete geçirirken, Federal Soruşturma Bürosu (FBI) da “suç şüphesiyle” soruşturma sürecine katılıyor.
Fannie Mae, Freddie Mac, Lehman Brothers ve AIG adlı küresel finans şirketlerinin yöneticilerini mercek altına alıyor.
Bu, yasal işlev ve görev sorumluluğuna sahip çıkan bir devlet kuruluşunun göstermesi gereken refleks. FBI Başkanı bu noktada hiç tereddüt etmemişolmalı ki, “bu işler bizi de ilgilendirir” dedi ve 24 şirketlik bir listenin en büyük 4’üyle işe başladı. FBI’nin bağlı bulunduğu Adalet Bakanı‘ ndan izin alıp almaması da önemli değil. Her durumda da kurum ve bakan sorumluluklarının gereğini hızla yerine getirmişler demektir.
Bizim MASAK’tan da beklenen buydu. Çünkü, bu işler için var. Türkiye’de uçları yüksek iktidar çevrelerine kadar uzanan; mali suç niteliği Türkiye ayağı ile birlikte Alman yargısınca kesin kanıtlarla ortaya konulmuş “Deniz Feneri” olayında, kimseden talep veya emir beklemeden harekete geçmeliydi.
Bu konuda MASAK’ın yasal yetki sorunu yoktu. “Şuç şüphesi” üzerine araştırma başlatma imkanına sahipti. Olaya başlangıçta “re’sen” el koyabilseydi, Almanya’daki “Deniz Feneri”nin Türkiye’deki karanlık bölgesi “devlet feneriyle” aydınlanmaya başlamış olur; Ankara Cumhuriyet Başsavcısı Nuri Boyrazoğlu’nun işi de kolaylaşırdı.