Devlet büyür, büyütür...
“Devlet çeşmesinden su içmeden büyümek olmaz. ”
Bu cümleyi ilk duyduğumda 17 yaşındaydım.
Lisede, bir arkadaşımın inşaat ile uğraşan babasıydı duyduğum kişi. Üniversite sınavına hazırlanıyor, meslek tercihleri üzerine konuşuyorduk. O da bize kendi iş deneyimini anlatıyordu, yarım yamalak anlasak da.
“Ne demek yani?” diye sormuştum.
Demişti ki, “Bakın gençler. Türkiye çok güzel ülkedir. Gelişmeye çok açıktır. Doğruyu yaptığınız zaman bir iş kurup da ileri götürememek zordur. Ama gerçekten büyütmek için devlete çalışmanız gerekir. ‘Devlette’ değil bakın, ‘devlete’. Çünkü bu ülkede şirketler büyür, ama devlet daha fazla büyür. Bazen durur, bazen çok büyür. Ama hep devlet büyür, devlet büyütür. Bu ülkede 10 senede bir kartlar yeniden dağıtılır, doğru zamanda doğru yerde olan, payına düşeni alır.”
Limak örneği
Hafta başında Limak Holding’in Kuveyt’te temelini attığı yeni havalimanı projesi için Yönetim Kurulu Başkanı Nihat Özdemir ile sohbet ederken, bu sözleri hatırladım.
“Geçen sene 40. yılımızı kutladık” dedi Nihat Bey. “Büyümemiz sürekli ve devamlı aynı çizgide gitmedi. Büyük sıçramalarımız olmadı. Ama özellikle 2003 yılından sonra, Türkiye’nin ülkede ve dünyadaki yayılma politikasını çok iyi gördük. Özelleştirmelerden, özelleştirme sonrası projelerden payımıza düşeni yeterli şekilde aldığımızı düşünüyorum.”
Nihat Özdemir bir örnek. Sabancı Holding ile arasındaki farkı Tüpraş’ı özelleştirmeden aldıktan sonra açan Koç Holding de öyle. Erdemir’i satın alan Oyak da.
Şimdi, “devlet çeşmesinde” (ifadeyi negatif olarak kullanmıyorum) son 12 yılda neler aktığına bakalım. Rakamlar, Denizbank Genel Müdürü Hakan Ateş’in 2 ay önce gazetecilere yaptığı sunumundan:
Bu sürede üretilmiş projelere bakalım:
Bitenler: Marmaray, 3. Köprü, Osman Gazi Köprüsü, Avrasya Tüneli, Kıbrıs Barış Suyu Projesi, Tuz Gölü Doğalgaz Depolama Tesisi, şehir hastaneleri.
Yapımı sürenler: Akkuyu Nükleer Santrali, 3. İstanbul Havalimanı, 3 Katlı Büyük İstanbul Tüneli, İstanbul Finans Merkezi, sağlık merkezleri, 4 ayrı hızlı tren projesi, TANAP, Kuzey Marmara Otoyolu, Ankara-Niğde, Mersin-Antalya, Ankara-İzmir, Aydın-Denizli otoyolları.
Ayrıca, 8 havalimanı projesi.
Gördüğünüz gibi, doğrudur. Devlet büyüyor, devlet büyütüyor.
Sorun kamuoyunun ikna edilmesinde
Bunların hepsi önemli işler ve buraya kadar her şey güzel.
Ama bunları yapmak her şey demek değil. Sorun kamuoyunun ikna edilmesinde. Bu kısımda genellikle o kadar özensiz davranılıyor ki, tartışılan şey işin kendisi olmuyor. İş ve projeler yapılırken kamuoyu itirazlarını şunları şekilde tartışıyor:
- İşin içeriğini ya da faydasını değil, onu yapanın kim, hangi şirket, şirketler olduğu konuşuluyor.
- O işi alanların daha önce aldığı işleri sıralanıyor, “Bu işi yapacak başka kimse yok mu” sorusu soruluyor.
- Üreteceği ekonomik değere değil, maliyetine odaklanılıyor.
- İçe işleyen “işin birine peşkeş çekildiği” önyargısı nedeniyle, rakamlara bakmaya zahmet edilmiyor.
Hükümet nezdinde ise iş şöyle işliyor:
- Bazen projenin fizibilitesi yeterli olmasa “doğru olduğuna inandığımız için” yapıyoruz. (Buna en güzel örnek, HES projeleridir. Herkesin itirazına rağmen küçük küçük onlarcası kurulan, doğanın canına okuyan, yanlışlıkları sonradan kabul gören hidroelektrik santraller. Şimdi bölgesel, daha büyük, daha itirazları dikkate alan HES’ler yapmaya çalışıyor, “keşke” diyoruz)
- İtirazların tümünü haksız, itiraz edenlerin tümünü muhalif görüyoruz.(Buna en güzel örnek, HES projeleridir. Herkesin itirazına rağmen küçük küçük onlarcası kurulan, doğanın canına okuyan, yanlışlıkları sonradan kabul gören hidroelektrik santraller. Şimdi bölgesel, daha büyük, daha itirazları dikkate alan HES’ler yapmaya çalışıyor, “keşke” diyoruz.)
- Bazı önerileri, sırf muhalif olduğu düşünülen sivil toplum kuruluşlarından ya da siyasetçilerden geldiği için peşinen reddediyoruz.
Ez cümle sonuç şu...
Hayatın her alanına sinmiş olan siyaset kutuplaşması, kendini burada da gösteriyor. Siyasetçilerin, devlet çeşmesinin herkes için olduğuna, hakeden herkesin o çeşme kanalıyla hizmet üretilebileceğine ikna etmesi gerekiyor. Kamuoyunun ise tartışma şeklinin siyasi değil, kaynakların doğru alana yönlendirilmesi temeline dayandırılması gerekiyor.
Yoksa, hem yapılan işleri karşılıklı olarak yıpratmaya devam edeceğiz, hem o işi yapan şirketlerin kredibilitelerini yokedeceğiz, hem de birbirimizi hırpalamayı sürdüreceğiz.