Devir popülist politikacıların devri
Son dönemde Türkiye’nin de gündemine oturan ‘Başkanlık Sistemi’nin dünyada en ‘başarılı’ addedilen uygulamasının bile ne kadar sorunlu olabileceğini ABD seçimleri çok net bir şekilde ortaya koymuş bulunuyor. Kampanyasını büyük ölçüde yalanlar, mesnetsiz suçlamalar ve ırkçılık üzerine inşa eden Trump seçimi (toplam oy sayısında Clinton’a geçilmesine rağmen) kazandı. Günümüzde son derece gelişmiş tahmin yöntemleri ve toplumun nabzını çok yakından tutabilecek sosyal medya kanalları olmasına rağmen, sondaj şirketlerinin hiç birinin bu sonucu öngörememiş olması ise insan faktörünün söz konusu olduğu durumlarda tahmin yapmanın zorluğunu bir kez daha ortaya koymuş bulunuyor.
Peki, kamuoyu araştırma şirketleri ile sonuçlar arasında nasıl bu kadar büyük bir fark ortaya çıktı? Öncelikle, seçimden önce yapılan anketlerde bir kısım seçmenin oy tercihleri konusunda doğruyu söylemedikleri ortada. Normal olarak her ankette oy tercihini doğru söylemeyenler olabilir. Ancak bunun dağılımının çan eğrisi şeklinde “normal dağılım” olduğu varsayılır. Halbuki, ABD’de oylarını gizleyenlerin neredeyse tamamı Trump yanlıları oldu. Neden? Çünkü, sorulduğunda pek çok kişi ırkçı ve yalancı birine oy vereceğini itiraf etmeyecektir.
Clinton’ın kaybetmesinde kuşkusuz aşırı hırslı kişiliği, devletle ilgili bilgileri kendi şahsi e-postasına indirmiş olması, hasta olduğu hakkındaki dedikodular ve Wall Street başta olmak üzere müesses nizamla içli dışlı olması gibi faktörler etkili oldu. Ayrıca, Trump’ın ırkçı ve şoven söylemleri karşısında Clinton kadınları, siyahileri ve hispanikleri biraz fazla çantada keklik gördü. Halbuki, 2012 seçimine oranla Demokrat Parti’nin siyah ve hispanik oylarında azalma meydana gelirken, kadın oyları ise yerinde saydı. (İnsanların kendilerini aleni bir şekilde aşağılayan bir adaya oy vermesi ise herhalde psikologların cevap vermesi gereken bir durum.)
Açıkçası, Trump tam bir popülist ve oportünist olduğu için, bugüne kadar ekonomi hakkında söylediklerinden tutarlı bir ekonomi politikası ortaya çıkarmak neredeyse imkansız. Ayrıca rahatlıkla dün vaad ettiklerini, yarın külliyen reddedebilir. Gene de, bugüne kadar söylediklerini özetlersek:
► Ticaret konusunda Trans-Pasifik ortaklığına (TPP) karşı ve Nafta’da da Meksika ve Kanada aleyhine bazı düzenlemeler getirmek istiyor. (Çin’den olan ithalata ise yüzde 45 oranında vergi uygulamaktan bahsetmişti.)
► Obama’nın en önemli reformu olan Obamacare’i kaldırarak özel sektör ve piyasaların egemenliğinde olan bir sağlık sistemi kurmak istiyor.
► Hem kurumlar vergisi, hem de gelir vergisinin en yüksek dilimlerinde indirimler yapmayı planlıyor. (Kurumlar vergisinde yüzde 35’ten yüzde 15’e!)
► Küresel ısınmanın Amerikalı üreticilerin maliyetlerini artıran bir “yalan” olduğunu düşünüyor, ve bu konudaki kısıtlamaları ve uluslararası anlaşmaları kaldırma niyetinde.
► Göçmenlerle ilgili olarak ise Meksika sınırına bir duvar yapmayı, 11 milyonu bulan kaçak işçileri sınır dışı etmeyi ve Müslümanları ise ülkeye sokmamayı vaat etmişti.
Son tahlilde, Amerikan seçmeni esas olarak tek bir nedenle Trump’a oy verdi: Bugüne kadar Wall Street ve büyük sermaye ile içli dışlı olan “yürütme” erkinin orta sınıfların sorunlarına ve özellikle yaşadıkları gelir erozyonuna bir çare üretememiş ve hatta kayıtsız kalmış olması. Trump’ın görünürdeki başarılı ve iş bitirici iş adamı imajı da, seçmenleri “ABD’yi yeniden büyük yapsa yapsa bu yapar” gibi bir inanışa sürüklemiş gözüküyor. Ancak, gerçek şu ki, Trump’ın vaat ettiği reformlarla değil bu sorunların çözülmesi, daha da ağırlaşması kaçınılmaz. Ayrıca bu vaatler birebir uygulandığı takdirde, sadece ABD ekonomisi için değil, başta Çin olmak üzere tüm Dünya ekonomisi için tam bir felaket olacaktır.
Seçim sonucuna olumlu tarafından bakmaya çalışırsak: Trump nihayetinde bir iş adamı. Bir ideolog veya Clinton gibi çekirdekten yetişmiş ve Amerikan müesses nizamının ayrılmaz bir parçası olmuş bir politikacı değil. (Zaten seçilmesinde bir ‘outsider’ olmasının önemli bir etkisi var.) Karşısına çıkan sorunlara pragmatik yaklaşacaktır. Nasıl bir hükümet kabinesi ve danışmanlarla çalışacağı da önemli.
Türkiye açısından bakarsak, Trump’ın gelişinin politika belirsizliğini, dolayısıyla da piyasalardaki volatileyi (en azından bir süre için) artıracağı muhakkak. Ayrıca, dış ticarette ABD’den bir kota artırımı veya kolaylık beklemeyelim. Dış politikada leyhimize bir değişiklik beklemek de hata olur. Trump dış politika konusunda son derece bilgisiz. Obama döneminde olduğu gibi dış siyaset gene derin devlet tarafından yönetilecektir.