Deprem yaraları nasıl sarılacak? (3)
TBMM’de yeni kabul edilen ek kurumlar vergisi (ek KV), kurumları hazırlıksız yakalamış gözüküyor. Bir seferlik bu ek KV, farklı açılardan Anayasa’ya aykırıdır ve AYM önüne götürülmesi kesindir.
Öncelikle, kapsama giren kurumlar bakımından ek KV, onların tabi olduğu yıllık KV oranının 2022 yılı bakımından artırılması anlamına gelip “gerçek geriye yürüme” niteliğinde olduğundan, geriye yürüme yasağına aykırıdır.
İkincisi, ek KV konusu vergi istisna ve indirimleri ile indirimli vergi oranı -özlerinde eşitlik ilkesinden sapma anlamına geldiklerinden-, yasa koyucunun belirlediği bir haklı nedene dayanırlar. Bu haklı neden ise, son tahlilde bir kamu yararıdır.
2022 yılı için var olan ve mükelleflere bir “hak” olarak sunulan bu vergi avantajlarının dayandığı kamu yararının birden ortadan kalktığı düşünülemez. Dolayısıyla, burada hukuki güvenlik ilkesine aykırılığın yanı sıra, mülkiyet hakkına ölçülülük ilkesine aykırı şekilde yapılan bir müdahale söz konusudur.
Üçüncü olarak, sadece bazı kurumların ek vergi kapsamına giriyor olması, eşitlik ilkesi karşısında tartışmaya açıktır. Nihayet, yasa maddesinin başarılı bir şekilde kaleme alındığından söz edilemeyeceğinden, düzenleme açıklık ilkesi bakımından da sorunludur.
Geçici özel vergi
Görüşümce, üzerinde fazla düşünülmeden getirilmiş gibi duran hukuka aykırı geçici çözümler yerine, uzun vadeli, mükellef hakları ve kamu harcamalarının denetimi bakımından Anayasal sisteme uygun, sadece üst gelir grubundaki kişi ve kurumlara yönelik geçici “özel vergi”, daha doğru bir çözüm olacaktır.
Özel vergi, sadece belli bir amacı gerçekleştirmek üzere toplanıp, o amaç için kullanılabilecek vergiyi ifade eder. Şu anki sistemimizde özel vergi mümkün değildir; ama, Türkiye’nin bir deprem ülkesi olduğu gerçeğinden hareketle, Anayasa’ya konulacak açık bir düzenleme ile özel vergi niteliğinde bir “dayanışma vergisi” ya da “deprem vergisi” kabul edilebilir.
Böylece, bir yandan vergilerin tabi olduğu tüm ilke ve kurallar aynen uygulanacaklarından, mükellefler anayasal güvencelere sahip olurlar. Diğer yandan, toplanan vergi gelirinin başka bir kamu harcaması için kullanılmasının önüne geçilmiş olunur.
Böyle bir verginin konusu, gelir vergisi tarifesinin dördüncü diliminin altında olmamak üzere saptanacak bir rakamın üzerinden elde edilen “gelir”; mükellefleri ise gerçek kişiler ve kurumlar olmalıdır. Yeniden yapılanma başta olmak üzere, ülkenin riskli bölgelerindeki depremle ilgili tüm imar, güçlendirme, vb. harcamaları gerçekçi bir şekilde hesaplanarak, bu geçici verginin oranı ve süresi buna göre belirlenmelidir.
Süreli vergi, mükelleflere bir güvence olduğu kadar, plan ve programa uygunluk bakımından da ciddiyet sağlayacaktır. Yapılan tüm harcamalar şeffaf olmalı, hatta deprem bir milli sorun olduğuna göre, -istismarı dışarıda bırakan- milli bir yaklaşımla harcamaların gerçekleştirilmesi mekanizması kurulmalıdır.
Harcamalar dolaylı vergilerin konusu olup, satılan mal ya da hizmetin fiyatına dahil ederek alıcıya (çoğunlukla nihai tüketiciye) yansıtıldıklarından, bu verginin konusu harcamalar olmamalıdır.
Türkiye’de merkezi bütçeye giren verginin halen %62’si dolaylı vergilerden elde edilmektedir. Ekonomik sıkıntılar içindeki geniş halk kesimleri bakımından bu bile yeterince ağır bir vergi yüküdür. Böyle bir verginin konusunun servet olması ise teorik olarak mümkün, ama fiilen zordur ve arzu edilen kamu gelirini de sağlamaz.
Çünkü; (i) düşük oranlı bir genel servet vergisi dahi, kayıt dışılığı önleyeceği için, direnç yüksek olur, (ii) emlak vergisine zaten 2021’den itibaren “değerli konut vergisi” eklemlenmiştir.
Onun Anayasa’ya aykırılığı tartışmalıyken, yeni bir şey yapılamaz. (iii) ek motorlu taşıtlar vergisi, yeterli gelir sağlamaz. (iv) ek veraset ve intikal vergisi ise, düzenli gelir sunmaz. Böyle bir özel vergi getirildiğinde, özel iletişim vergisinin kaldırılması gerekir.