Deprem yaraları nasıl sarılacak? (2)
Türkiye’de, doğal afetlerin yol açtığı zararları ortadan kaldıracak harcamalar için ana mali kaynak, genel bütçe gelirleridir; yani, başta vergi gelirleri olmak üzere, örneğin harç, faiz, zam ve ceza gelirleri, kamuya ait taşınır ve taşınmazlardan elde edilen gelirler buraya girer. Keza, bağış ve yardımlar da bir kamu geliridir; bağışın yapıldığı kamu idaresine gelir yazıldıklarından, genel bütçe içinde kalmaktadırlar.
Genel bütçeye giren kamu gelirlerinin harcanma denetimi, 5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu’na göre yapılır. Ancak, AFAD bakımından özel bir durum söz konusudur.
AFAD Başkanlık bütçesindeki afet ve acil durum ödeneğinden özel hesaba aktarılan kaynaklardan yapılacak harcamalar, afet ve acil durum hallerinde ortaya çıkan ihtiyaçların karşılanması amacıyla sınırlı olmak üzere, 5018 sayılı Kamu Malî Yönetimi ve Kontrol Kanunu ile 4734 sayılı Kamu İhale Kanunu hükümleri dışında tutulmuşlardır.
Bunların harcanması, muhasebeleştirilmesi, denetlenmesi ve alımlarda kullanılacak ihale yöntemlerine ilişkin esas ve usuller, Maliye Bakanlığı ve AFAD Başkanlığı’nca birlikte belirlenecektir (5902 SK md.23). Burada kaynak olarak bir de DASK’a işaret etmek gerekir. Çünkü, 2012 yılında getirilen DASK’ın amaçlarından biri de, Devletin, depremlerden -özellikle deprem sonrası afet konutları inşasındankaynaklanan mali yükünün azaltılmasıdır.
Vergi mi yoksa fon mu?
Devletin en önemli gelir kaynağı, vergidir. Ancak vergi geliri tüm kamu harcamaları için genel bir finansman kaynağıdır, sadece belli bir kamu giderini finanse etmek üzere toplanamaz. Nitekim, 1999 depremi dolayısıyla getirilen vergilerin gelirleri genel bütçeye gitmiş, oradan hükümetin uygun gördüğü kamu harcamaları için -Bütçe Kanunu çerçevesinde- kullanılmıştır.
Bu harcamalar arasında depremle ilgili olanlar olduğu gibi, deprem le hiçbir bağlantısı olmayan harcamalar da (örneğin, yurdun başka bir köşesine duble yol inşası) vardır. Deprem dolayısıyla getirilen vergilerden elde edilen geliri sadece “deprem sonrası yeniden yapılanma” için harcamak, bir iktidar için hukuki bir ödev değildir, sadece etik sorunudur ve sonucu da hukuki değil sadece siyasi olur.
Mevcut sistem içinde, bir kamu gelirinin sadece belli bir amacı gerçekleştirmek için kullanılması ancak “fon” yoluyla olur. Fonun yeknesak bir anlamı yoktur; bazen bir iktisadi kamu kurumunu (örneğin Türkiye Kalkınma Fonu), bazen bir kamu idaresi bünyesinde toplanan parayı (örneğin Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışmayı Teşvik Fonu), bazen de -belli şartlar çerçevesinde- bir mali yükümlülüğü (örneğin geçmişte gelir veya kurumlar vergisi mükelleflerine getirilen “gelir vergisinin ya da kurumlar vergisinin %10’u oranında fon payı ödeme zorunluluğu”) ifade eder.
Ülkemizde genellikle ilk iki şekilde karşımıza çıkan fonların farklı kaynakları vardır; bu nedenle de, verginin tabi olduğu anayasal sınırlamalar bunlar için söz konusu değildir. Fonlar bakımından bir diğer önemli sıkıntı, şeffaflıktan yoksunlukları ve genel bütçe dışında tutulabilmeye ve böylece -getirilecek özel bir düzenleme ile- Sayıştay denetimi dışında bırakılabilmeye açık olmalarıdır.
Nitekim, IMF’in 2018 tarihli “Doğal Afetlerin Yol Açtığı Ekonomik Maliyetler Nasıl Yönetilmeli” başlıklı raporunda, fonlar bakımından şeffaflık ve denetim sorununa dikkat çekilmektedir. Ülkemizde de fonlarla ilgili bu sıkıntılar 1980 sonrasında ağır bir şekilde yaşanmıştır. Bu durumda ideal çözüm ne olmalıdır? Çözüm önerimi bir sonraki yazıya bırakıyorum.