Denizli'de farklı bir şey yok gibi

Rüştü BOZKURT
Rüştü BOZKURT BUZDAĞININ DİBİ [email protected]

İş çevresindeki değişmeler rekabet gücü yaratmanın "gerek şarlarını" da "yeter şartlarını" da köklü biçimde değiştiriyor. En önemli değişme de "verimlilik savaşının" rekabet gücü yaratmada giderek öne çıkması.

Yaşanan krizin "ayıklama süreci" hızlanıyor. Rekabet edebilir ekonomik değer üretemeyenlerin "zor zamanlar" yaşadığına hep birlikte tanıklık ediyoruz. Tanıklığın da kolay bir iş olmadığının farkında olmalıyız. Tarihin düştüğü notlara başvurduğumuzda, aynı olay ya da olgulara tanıklık edenlerin birbirine karşıt anlatımlarının hiç de az olmadığını görüyoruz.

Denizli'de yapılan toplantıya Raşit Güntaş, Hikmet Tanrıverdi, Ahmet Nakkaş, İsmail Gülle ve Umut Oran katıldı. Hepsi de tekstil ve hazır giyim sektöründe birinci derecede söz söyleyecek insanlar. Ayrıca, Kenan Mortan'ın yönettiği toplantıda, eli taşın altında olan üreticiler de görüşlerini aktardı.

Dikkatle not almaya, olup bitenleri anlamaya çalıştım. Toplantı sonrasında bir dizi insana "Denizli'de olup bitenin altında yatan gerçek nedir?" diye doğrudan ya da dolaylı sorular sordum. Yine de, yazdıklarımın derinliği olmayan bilgilere dayandığı konusunda okuyucuyu uyarmak isterim. Denizli'ye gidip, sektörde farklı sorunlar yaşamış insanları ayrıntılı olarak dinlemek gerekiyor.

Yine de, "ilk gözlemlerimi" paylaşmak, yakın gelecekte ayrıntı gözlemleri yaparak karşılaştırmalar yapmak istiyorum.

Aşırı ve noksan değerlendirme

tuzağına düşmeyelim

Öncelikle söylemek istediğim şu: Denizli'de yaşananlar ile ülkemizin tekstil-odaklı gelişmiş başka kentler arasında yaşananlar arasında öyle çok büyük uçurumlar yok. Krizin yarattığı rekabetin talep, fiyatlar ve kâr marjları üzerindeki baskısı her yerdeki tekstil ve hazır giyimci için geçerli. Olup bitenleri "…farklı bir oluşum varmış " gibi yansıtmanın, kısa dönemde de uzun dönemde de sürece "olumlu" katkısı olamayacak, tam tersine "olumsuz eğilimleri" güçlendirecektir.

İkincisi, iş süreçlerini yenileyen, işgücü profillerini gözden geçiren, ürün çeşitlendirmesi yapan, piyasanın boşluklarını arayan, o boşlukları yeni metotlar, yeni ürünler ve yeni üretim şekli ile doldurmaya çalışanların krizi derin yaralar almadan, hatta kriz öncesine göre daha ileri düzeylere ulaşarak aştıklarını da gözlemledim.Örneğin, 2009'u yüzde 20'lik kârlılıkla kapatacağını söyleyenler olduğu gibi, 2009'da en büyük gelişmeyi gösterdiğini açıkça vurgulamalarını görmezden gelemeyiz.

Üçüncüsü, DEBA'nın yaşadıkları ve Funika'daki üzücü olayın yanlış değerlendirilmesi. Kriz sonrası gelişmeleri halkımızın "…esnaf ağlaması" dediği eğilim için kullananlar yanlış yapıyor. Esat Sivri'nin yaptığı son derece nesnel, başkalarını suçlayarak rahatlama yerine, kendisini de sorgulayan analizini, Denizli'de olup bitenleri "…ağlama duvarı" haline getirenlerin dinlemelerini isterdim; çıkarılabilecek önemli derslerle doluydu.

Dördüncüsü, sektör adına sözcülük yapacak bilgileri ve temsil yetkileri olanların da altını çizdikleri gibi, "ortak dil" oluşturulmamış olması, "aşırı değerlendirme" yapılmasının önünü açtığı gibi, kendimizi vurmaya dönük "noksan değerlendirme" yapılması için de ortam oluşturuyor.

Beşincisi, başta tekstil sektörü olmak üzere bütün üretim alanları çok ciddi bir "faz değişikliği" yaşıyor. Bu değişme, sektörün "yeniden konumlanmasını" sağlayacak "yol haritalarını" birinci derecede önemli araçlar haline getiriyor. Yol haritaları da başta hükümet yetkilileri olmak üzere girişimcilerin, sivil toplum örgütlerinin "ortak değerler" üzerinden inşa edilmiş "ortak irade" yaratmalarını, "ortak projelerin" hazır olmasını, bütün gelişmelerin gözetim ve denetimini yaparak "sürdürülebilirliği" güvenli alacak "kurumsal işleyişin" sağlanmasını gerekiyor.

Gözyaşlarının ardındaki kötülük

"Elimizin altında hiçbir çalışma yok!" dersek, haksızlık ederiz. Ama, süreci etkileyecek güçte çalışmaların olmadığını söylemek zorundayız. Gündemimizin en önemli sorunu liderliğin iki unsuru: "Ne yapacağını bilmek ve yapmak."

Ne yapacağımızı bilme konusunda bir zaafımız var… Bildiğimizi yapma konusunda ise zaaflarımızın ölçeğini tahmin bile etmek istemiyorum. O nedenle Denizli'de daha derinliğine bir araştırma yapmadan genelleme yapmanın sakıncalı sonuçlar yaratacağı çok açık… Gelin elbirliğiyle, gözyaşlarının ardından kötülüğü saklama tuzağına düşmeyelim; "…bir musibet bin nasihatten iyidir" diyen halkımızın binlerce yıllık akıl birikimine kulak verelim.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar