Dengelenme söylemini anlamsızlaştıran eğilimler
Ekonomi Yönetimi, Türkiye Ekonomisine ilişkin son verileri ve finansal piyasa eğilimlerini dengelenme lehine gelişmeler olarak değerlendiriyor. Bu yorumun gerçeği yansıttığını düşünmüyorum. Finansal eğilimlerdeki değişimin yapay zorlamalar sonucunda ortaya çıkmış olması ve istatistik verilere ilişkin detaylar ile küresel gelişmelerin beklentiler üzerindeki etkisi olumlu değerlendirmeleri anlamsızlaştırıyor. Sürdürülebilirliğin pek mümkün olmadığı koşullarda dengelenmeden bahsetmek, pek ikna edici olamıyor.
Stokların eritilmesi ve kar amacından uzaklaşılması kaçınılmaz hale geldi
Son açıklanan Ekim ayı Dış Ticaret Endeksleri, üretimdeki rekabet gücünün oldukça seri bir şekilde gerilediğine işaret ediyor. Söz konusu dönemde ihracat birim değerleri yüzde 2,3 gerilerken, ithalat birim değer endeksi yüzde 3,4 oranında artmış. Belli ki kredi mekanizmasının çalışmadığı ve nakit açık sorunlarının bir şekilde çözülmesi gerektiği koşullarda, stokların eritilmesi ve kar amacından uzaklaşılması kaçınılmaz hale gelmiş. Bu veriler dış ticaret cephesindeki düzelmenin sürdürülebilir olmadığını ve dengelenme anlamına gelemeyeceğini haykırıyor.
Cari dengemizin Ağustos ve Eylül ayından sonra Ekim ayında da fazla vermesinin, hemen yukarıda özetlemeye çalıştığımız koşulları dikkate alarak değerlendirilmesi gerekiyor. Ayrıca önemli ihracat pazarlarımıza ilişkin belirsizlikteki artışın ve dış finansman konusundaki açmazların da hesaba katılması gerekiyor.
3'üncü çeyrek büyüme rakamları gerçeği yansıtmıyor
Yine bu hafta içinde açıklanan üçüncü çeyrek büyüme rakamlarının gerçeği yansıttığını düşünmüyorum. Açıklanan rakamın piyasa beklentilerinin altında kalmış olması, bu algımızı değiştirmiyor. Dayanıklı tüketim malı satışlarındaki çok yüksek oranlı düşüşlere ve kredilerdeki akut soruna rağmen, inşaat sektörü ile yatırımlardaki gerilemenin tek haneli oranlar ile sınırlı kalabildiğine itibar etmek pek mümkün olamıyor. Yine aynı sebepler ile bir yıl öncesine göre özel tüketim harcamalarının sınırlı da olsa arttığı yönündeki görünüm pek ikna edici olamıyor.
Döviz kurları ve faizlerin son aylarda önemli ölçüde geri alınmış olması ise, kaynak sıkıntısının aşılmış ve beklentilerin düzelmiş olmasından kaynaklanmıyor. Müdahaleler ile mümkün olan bu durum, bilançolardaki tahribatı kısmen azaltmış olsa da sürdürülebilir bir görünüm sergilemiyor. Bu durum orta vadede yeni bir finansal şok yaşanması olasılığını azaltmıyor, tam aksine artırıyor. Kaynak sıkıntısı belirgin bir şekilde aşılmadan, yapay beklentiler üzerine inşa edilecek bir dengelenme senaryosu sorunları iyice ağırlaştırmak dışında bir anlam taşımıyor!
Küresel koşullar, net dış borç ödeyicisi olmak zorunda kalmamız olasılığını yükseltiyor
Sürdürülebilir olmayan eğilimler ile dengelenme arasındaki uzlaşmaz çelişki, Ekonomi Yönetiminin umduğu oranda beklentilerin düzelmesine izin vermiyor. Bir kesim Mart ayı sonundaki Yerel Seçimlere kadar göz boyamaya ve durumu idare etmeye çalışıyor; ülkemizde daha önce ciddi boyutta risk almış yabancılar ise söz konusu dönemi pozisyonlarını olabildiğince küçültmek için son fırsat olarak görüyor. Durum böyle olunca, Hazinenin açtığı borçlanma ihalesindeki düşük satış yaparak faizleri düşürme zorlaması doğal olarak geri tepiyor; birileri mevcut seviyelere gelinceye kadar işe yaramış gibi görünen hamlelerin artık işe yaramadığı ve hatta sıkıntı yaratmaya başladığını anlayamıyor! Sonuçta kaynak sıkıntısını azaltmak için yapılan zorlamalar bu sıkıntının derinleşmesine sebep olabiliyor!
Küresel koşullar, ekonomimizin net dış borç ödeyicisi olmak zorunda kalması olasılığını yükseltmeye devam ediyor. Durum böyle olunca, dengelenmeyi hedefleyen gerçekçi bir stratejinin bu olasılığı dikkate almasını gerektiriyor; aksi takdirde yeni kur şokları yaşanması, faizlerin yükselmeye devam etmesi ve makroekonomik beklentilerdeki bozulmanın hızlanması olasılıkları kaçınılmaz olarak devreye giriyor. Gerçekçi olmaya çalışıldığında ise, kısa vadeli ve önemli sayılan siyasi hesapların dikiş tutması mümkün olamıyor!