Denenmiş yanlışlarda çözüm aranmaz!
Geride bıraktığımız hafta genelinde yaşanan eğilimler, gerçekçi olma becerisini tümü ile kaybettiğimizi ve yaşanmışlıklardan ders alamadığımızı düşündürüyor. Kademeli olarak olumsuzlaşan küresel koşullar, düşük kur ve düşük faizlere olan bağımlılığın azaltılmasını, para otoritelerini daha fazla yıpratmaktan kaçınılmasını gerektiriyor. Fakat siyasi iradeler, finansal piyasalar ve sistemi oluşturan kurumsal yapı tam aksini yaparak günü kurtarmak peşinde koşmaya devam edecek gibi görünüyor!
Kısa vadeli beklentiler ve piyasa eğilimlerini yapay bir şekilde yönlendirmeye çalışmak, kalıcı çözüm peşinde koşmak veya çözüm için uzlaşı aramak değildir. Günü kurtarmak ve geniş kitleleri aldatmak adına göz boyayarak gelecekten vazgeçmektir; çıkar çatışmalarını keskinleştirmek ve istikrarsızlığı beslemek için çaba harcamaktır, iyi olarak bilinen her şeyi içini boşaltarak tüketmektir, başka bir deyişle çaresizlik bataklığında çırpınmaktır.
1980-1995 yılları arasında Japonya’da yaşanan ve içinden çıkılamaz bir durgunluk yaratan bu kısır anlayış, yukarıda ifade etmeye çalıştığımız değerlendirmeler açısından ilginç bir örnektir. Gelişmiş batılı ekonomiler sürdürülebilir olmayan bu eğilimi fark ettiklerinde dehşete kapılmış, Japon Yeni cinsinden yatırımlarını sıfırlayarak söz konusu ülke riskinden uzak durmaya çalışmıştı. Fakat Asya ve Rusya Krizleri sonrasında bataklığa düşünce, benzer hatalardan medet ummak zorunda kaldılar! Bugün ise aynı tuzağa düşürdükleri gelişenleri, kendi çıkarlarını korumak adına benzer şekilde debelenmeye teşvik etmeye çalışıyorlar!
Batılılar, 1980’li yıllarda Japonya’da şekillenen anlayışı, "sorun yok" sözleri ile özetlemeye çalışmıştı. Orta vadeli hedeflere ulaşabilmek adına sorunlar görmezden geliniyor veya hiçbir sorun olmadığı varsayımına göre tercihler yönlendiriliyordu; yan tesirlerin görmezden gelinmesi, gerçeklerden kaçılması ve piyasaların yapay bir şekilde gidebildiği yere kadar yönlendirilmesi gerekiyordu. Bu gidişi olumsuz yönde etkileyecek farklı düşünce ve değerlendirmelere tahammül edilemiyordu. Sorunları ağırlaştıran ve sistemi kırılganlaştıran bu yaklaşım ve benzerleri kesinlikle sürdürülebilir değildi, felaketle sonlanması kaçınılmazdı. Sorunları küçük iken çözmek yerine, günü kurtarmak adına ağırlaşmasına yol verenler kep çözülmüş ve çok büyük bedeller ödemek durumunda kalmıştı!
Son iki ayda aşırı kırılgan olarak bilinen gelişen ekonomilerde yaşanan bazı eğilimler, "sorun yok" türünden bir yönlendirmeyi anımsatıyor. Söz konusu ülkelerin parası yapay bir şekilde değerlendiriliyor ve beklentileri iyimserleştirmek yönünde yoğun bir çaba harcanıyor. Ne olup bittiğinin farkında olmayanlar heyecanlanıyor ve bu kısır oyunun kurbanları olabileceğini göremiyor; iştahlanan oyun kurucular ise kendi risklerini azaltma şansı bulmak üzere fırsat yaratmaya ve suç ortaklarına olan güvensizliğini gizlemeye çalışıyor.
Son iki aylık dönemde Türk Lirası yüzde 11 oranında değerlendi ve tüketici güven endeksimiz yüzde 32’ye yakın düzeyde yükseldi. Etkili ve yetkili kesimler bu verileri göstererek sorun yok diyerek insanlarımızı yönlendirmeye çalışıyor; aşılması olanaksız ciddi sorunlar olduğunu bilenler ise endişeleniyor ve yaşanacakların çok daha fazla yıkıcı olmasından korkuyor. Birileri küresel düzeyde risk alma isteğinin yeniden artacağı yalanını ısrarla pompalıyor, çaresizlik bataklığında çırpınanlar bu palavranın esiri olmaktan kurtulamıyormuş türünden bir görüntü sergiliyor!
Kimse, emtia fiyatlarının neden düştüğünü veya euro-dolar paritesinin neden daha fazla gerilemediğini "sorun yok" oyunu bozulmasın diye sorgulayamıyor! Eğer gerçeği aramak yönünde bir eğilim ortaya çıkar ise günün kurtarılamayacağından korkuluyor. Yanlış yapanları ödüllendiren ve onları daha belirleyici hale getiren her anlayış, hem sorunları hızlanan bir şekilde ağırlaştırır ve hem de binilen dalın kesilmesine yol açarak kendi sonunu hazırlar!