Demokratikleşmeye devam edebilsek!
Demokrasi yolunda ilerleyen ülkelerin, bu yoldan ayrılmaları aşılmasında zorluk çekilen toplumsal veya iktisadi krizlerle oluyor. Türkiye’de böyle bir durum yok. Demokrasimizin zayıflaması, hepsi aynı olayın parçası olan olgulardan kaynaklanıyor. İlk olgudan daha önce de söz ettik. Başbakanımız seçimi kazanan, siyasal gücü istediği gibi kullanmalıdır diye düşünüyor. Gücü sınırlayan yasa ve kurumların varlığını kabullenemiyor. İkinci olarak, Başbakanımız toplumu cemiyet değil, cemaat biçiminde algılıyor. Açıklamak gerekirse, toplumu özerk bireylerden oluşan, aralarındaki ilişkileri kurum ve kuralların düzenlediği karmaşık bir varlık olarak değil, yüz yüze ilişkilerin egemen olduğu, işlerin kurum ve kurallar yerine kişisel ilişkilerle yürütüldüğü türdeş bir kitle olarak görüyor. 17 Aralık’ta aralarında bakan çocuklarının da yer aldığı bir rüşvet olayı şüphesiyle yargı bir işlem başlattığı zaman, tepkisini “Niye bana söylemediniz, ben gereğini yapardım,” diye ifade etmesi, böyle bir algılamanın sonucudur.
Cemiyet algısında bu sözler anlamsızdır, bu işi yapma sorumluluğu ve yetkisi savcılıktadır. O kurumun da kimseden ön izin alması gerekmemektedir.
Gelelim üçüncü olguya. Başbakanımız muhalefet kavramını adavet (düşmanlık) kavramı ile eş tutuyor. Eleştiriye karşı sergilediği sert tavır, eleştirilerin duyurulmasını engellemek için internete kayıtlar koyma ve kendisini eleştirenleri azarlama ve cezalandırma temayülünün, eleştiri özgürlüğünü esas alan demokrasiyle uyum içinde olduğu söylenemez. Bunu üçüncüsü ile bağlantılı dördüncü bir olgu izliyor: Her söze cevap vermek, son sözü mutlaka söylemek konusunda ısrar. Bu nedenle, Başbakanımızın mevkii ile mütenasip olsun olmasın, her konuşanı muhatap alıp, cevaplamaya çalıştığını görüyoruz. Son olgu ise uzlaşmaya yaklaşımıyla ilgili. Sayın Başbakanımız uzlaşmanın bir fazilet değil, bir zaaf olduğunu düşünüyor. Buna bağlı olarak da, mutlaka kendi kişisel iradesini egemen kılmak için de devletin başta cebir tekeli olmak üzere her imkanını kullanmaktan kendini alıkoyamıyor.
Bu anlayışla yönetilen toplumumuza dışarıdan bakanlar yönetim biçimimizi bir demokrasi olarak değil, son zamanlarda moda bir deyimle, sultanistik bir rejim olarak nitelendiriyorlar. İsterseniz yabancıların ne düşündüğünü bir yana bırakalım; biz ne düşünüyoruz diye soralım, o daha önemli. Bana daha az mutlu ve huzuru her gün azalan bir toplum oluyoruz gibi geliyor. Keşke Başbakanımız 2002 sonrası hoşgörülü, gerginlikten uzak tavrına dönse de, demokratikleşmeye devam edebilsek.