Demokrasimizin geleceğinden endişe duyuyor musunuz?
Artık unutulmaya başlayan bir çalışmada, Amerikalı sosyolog Samuel Stouffer, küçük kasaba seçkinlerinin, Amerikan siyasal sisteminin temel değerlerini avama nazaran daha iyi bildiklerini ve somut durumlara daha iyi uygulayabildiklerini saptamıştı. Örneğin, çoğunluk ifade özgürlüğü ilkesini benimsediğini beyan ediyordu. Buna karşılık, "Bir kişi çoğunluğun fikirlerine aykırı fikirleri savunuyorsa, umuma açık toplantılarda konuşturulmamalıdır " önerisini seçkinler benimsemezken, avamdan oluşan çoğunluk benimsemekte sakınca görmüyordu. Yine bir başka eski çalışmada, Metin Heper, Türkiye'de yüksek memuriyet görevlerinde bulunanlardan oluşan bir örneğe, "En iyi yönetim biçimi demokrasidir," ifadesine ne oranda katıldıklarını sormuş, istisnasız herkes görüşe tamamen katıldığını bildirmişti. Ancak, Heper kurnazlık yaparak, "açıklayınız" diye bir boşluk bırakmış, çoğu denek de ideal bir sistem olmakla beraber, demokrasinin "bizim gibi geri kalmış ülkelere uygun olmadığını" bildirmişti.
Eski çalışmalardan verdiğim iki örnek, günümüzde Türk demokrasisinin karşılaştığı iki temel soruna işaret ediyor. İlkin, siyasi liderlerimiz, özellikle hükümet mensupları, siyasal sistemimizin dayandığı temel değerleri iyi bilmiyorlar, uygulamada nasıl hayata geçirileceklerini kestiremiyorlar. İkinci olarak, başta hükümetimiz olmak üzere, parlamenterlerimiz, partilerimiz ve bürokratlarımız, bu değerlere içtenlikle inanmıyor, sadece lafzını benimseyip, ruhuna aykırı hareket edebiliyor.
Sözünü ettiğim olguların örneklerini bulmak zor değil. Sayın Başbakanımız kendisini memnun etmeyen görüşleri, eleştirileri dile getiren basın ve medya mensuplarını alenen azarlamaktan kendisini alıkoyamıyor. Halbuki, demokrasilerdeki ifade özgürlüğü bunların tabii karşılanmasını gerektirir. Kendisi ifade özgürlüğüne kalben inanmıyor mu, yoksa demokrasinin eleştirileri hoşgörmesi gerektirdiğini mi kestiremiyor, yoksa her ikisi mi, bunu bilemem ama olayların demokrasimizi güçlendirmediği muhakkak.
Gelin bir örneğe daha bakalım. Sizler de izlediniz. Sayın Başbakanımız bir süre önce Mısır'a giderek, kalabalıklar önünde laikliğin toplumsal barış için ne kadar önemli olduğunu savundu. Laikliğin devletin her inanca eşit mesafede olmak manasına geldiğini söyledi. Bu sözlerine sevindik. Türk siyasi sisteminin komşularının henüz sahip olamadığı demokratik niteliklerini ve onun ürünü olan iç barışımızı hatırlayarak gurur duyduk. Ama gelin görün ki, hükümetimiz ve bürokrasimiz bu ilkeyi uygulamaya sokmakta güçlük çekiyor. Örneğin, Alevilerin kendi ibadethanelerine sahip olma tercihine saygı gösterilmiyor, herkesin dini görevlerini ayni ibadethanede ifasında ısrar ediliyor. Çoğunluk kesiminin inancı, dini farklı yorumlayanlara zorla kabul ettirilmek isteniyor. Teröre şehit verdiğimiz bir evladımızın cemevindeki cenazesine resmi erkanın gitmemesi, naşın camiye getirilerek ikinci bir cenaze namazı kılınmasıyla, farklı inançlara saygının esirgenmesi adeta zirve yaptı.
Siyasi seçkinlerimizin demokratik değerleri iyi bilmemeleri, genel ilkeleri somut durumlara uygulamakta sergiledikleri başarısızlıklar, ayrıca demokrasiye bağlılık beyan etmelerine rağmen eylemlerinde demokrasi ilkelerine yeterince bağlı kalmamaları, demokrasimizi yüzeysel bırakıyor, aksatıyor, gelişmesini engelliyor. Ben demokrasimizin geleceğinden her zamankinden çok endişe duymaya başladım. Siz ne dersiniz?