Demokrasilerde kırılma yaşanıyor!
Dünya 2008 krizi ile sadece ekonomik bir krize girmedi, aynı zamanda siyasal krizin de içine düştü. Liberal ekonomi çökerken, liberal demokrasilerde de ciddi kırılmalar ortaya çıktı. ABD’de D. Trump’ın iktidara gelmesi ve sonrasında yaptıkları, iklim değişikliği ve nükleer silahsızlanma anlaşmasından çekilmesi bu kırılmaların eseri. Son olarak Brezilya’da silah sever, özgür basın karşıtı, aşırı milliyetçi Jair Bolsonaro’nun Başkan seçilmesi, Almanya’da A. Merkel’in CDU Partisi ve Sosyal Demokratlar (SPD) Hessen Eyalet seçimlerinde ciddi oy kaybına uğrarken, Neofaşist kimliği ağır basan, Almanya İçin Alternatif (AFD) Partisi oylarını %10’nun üzerinde artırdı. Avrupa’daki bu eğilim yeni de değil. İngiltere’nin AB’den ayrılması (Brexit), Polonya, Macaristan ve Avusturya’da aşırı sağcıların iktidara gelmesi, Putin’in nerede ise 20 yıllık iktidarı bu eğilimin bir sonucu.
Liberal demokrasilerdeki bu düşüş eğiliminin hızlanması, demokrasilerde ne oluyor sorusunun daha sık sorulmasına ve akademi dünyasında daha fazla konu ile ilgili araştırma yapılmasına neden oldu. Son olarak 25 Ekim tarihinde Project Syndicate web ortamında saygın iktisatçılardan Kaushik Basu “Why is Democracy Faltering?” başlıklı kısa bir makale ile konuyu bir kere daha gündeme taşıdı (https://www.project-syndicate.org/commentary/trump-bolsonaro-faltering-democracy-by-kaushik-basu-2018-10) .
Teknolojinin yarattığı işsizlik bireyleri öfkelendiriyor
K. Basu makalesinde 2008 krizinin demokrasilerde kırılma yarattığını, ancak bu kırılmanın sadece krizin kendisinden kaynaklanmadığını söylemekte. Ona göre, teknolojik gelişmelerin, özellikle dijital teknolojinin ve yapay zekanın yükselişinin neden olduğu ücret düşüşleri, gelir dağılımı bozuklukları kitleleri endişeli, öfkeli hale getirirken, aynı zamanda kendilerini yaşanılanlara karşı savunmasız bıraktı (en azından bireyler böyle hissediyor). Artık çalışanlar özellikle de niteliksiz işgücü, harcamalarının faturaları süresiz olarak ödemek için sabit bir fabrika işine girebilecekleri günlerin geride kaldığının farkındalar. Yüksek ücretli imalat işlerini üstlenen makinelerle şirketler, bilimden sanata kadar uzanan alanlarda daha yüksek vasıflı işçiler arıyorlar. Nitelik talebindeki bu değişim, hayal kırıklığını körüklemekte. Basu, artık kuralların değiştiğini ve altın madalyanın güreş için değil, satranç için verileceğini hayal edin diyerek devam ediyor: “Bu çirkin ve adaletsiz olacak. Sorun şu ki, bunu kasten kimse yapmaz; Bu değişiklikler teknolojideki doğal sapmanın sonucudur. Doğa genellikle adaletsizdir”.
Basu’nun da işaret ettiği üzere bu gelişmelere eğitimdeki ve fırsatlardaki artan eşitsizlikler katkıda bulundu. Onun söylemediğini biz söyleyelim, aslında bu bir sonuç ise, kaynağı eşitsiz küreselleşme, bir başka kavramlaştırma ile asimetrik küreselleşmedir. İşgücü piyasasındaki mekanik becerilerin, kol gücünün değeri azaldıkça ve gelir eşitsizliği arttıkça, bu öfke giderek daha belirginleşecek. Eğitim sistemleri, kaliteli eğitime daha adil bir erişim sağlamak için değiştirilmedikçe, eşitsizlikler giderek daha yerleşik hale gelecek.
Adaletsizlik demokrasiyi zedeliyor
Bu gelişmelere eşlik eden artan adaletsizlik duygusu, Paul Tucker'ın “Unelected Power” kitabında tartıştığı gibi “demokratik meşruluğu” zedeledi . Birbiriyle bağlantılı küreselleşen ekonomiler artık bir ülkenin iktisat politikalarından - ticaret engelleri, faiz oranları veya parasal genişleme gibi – daha fazla etkiliyor. Eğer bu ülke ABD gibi merkez ülke ise bulaşıcı, yayılma etkisi daha yüksek oluyor. Nitekim ABD’de Trump’ın izlediği politikalar hem Meksika ekonomisini hem de Başkanlık seçimlerini etkiledi, sosyalist Andrés Manuel López Obrador Başkan seçildi (Şimdilik Meksikalılar sağcılara teslim olmadı). Obrador’un seçilmesinde Trump ile mücadele edeceği sözü etkili oldu.
Şunu da söylemek de fayda var. Neoklasik iktisat bu gelişmeleri analiz etmede yetersiz kaldı. Neoklasik iktisat, insanın dışsal olarak verilen tercihler tarafından motive olduğu varsayımı üzerine kurulmuştur (ekonomistlerin “fayda fonksiyonları” diye adlandırdıkları), göreli ağırlıklar farklılık gösterse de, tüm bireyler daha fazla yiyecek, giysi, barınma, tatil isterler. Bu analizin görmezden geldiği olgu, hayat boyunca ilerlerken ortaya çıkan “ yaratılmış hedefler” olduğudur. Basu bu konuda şöyle bir vurgu yapıyor “ Spor hayranı olmak bile buna benzer. Hiç kimse esasen Real Madrid ya da New England Patriots'a adanan değildir. Ancak, aile, coğrafya veya deneyim yoluyla, belli bir spor takımına, bir tür aşiret kimliği haline geldiği noktaya derinden bağlı olabilir. Bir taraftar, takımını oyuncuları nasıl oynadıklarından değil, temsil ettikleri takım yüzünden destekleyecektir.
Trump veya Bolsonaro, 'aşiret kimliği'nden dolayı destekleniyor
Bugün siyasette aşiretçiliği körükleyen bu dinamik. Trump veya Bolsonaro'yu destekleyen pek çok kişi, Trump veya Bolsonaro'nun teslim edeceği şeylerden değil, aşiret kimliğinden dolayı bunu yapar. “Takım Trump” veya “Takım Bolsonaro” nun bir parçası olmakla ilgili hedefler yarattılar. Bu, siyasi liderlere daha önce sahip olmadıkları bir kimlik vererek demokrasiye zarar veriyor”. Halkın iradesiyle kısıtlanmaksızın istediklerini yapabiliyorlar.
Basu, sorunu çözmede politik iktisadın önemli işlev yükleneceğini düşünmekte. Dinozor, kendi kendini analiz etme kapasitesine sahip değildi ve 65 milyon yıl önce yok olma yolunda ilerledi. Biz de uygarlığın çöküşü riskini üstleniyoruz. Ama neyse ki İnsan, kendi kendini analiz etme kapasitesine sahip ilk ve tek tür. Orada, etrafımızda gördüğümüz kargaşa ve çatışmaya rağmen, “ dinozor riskini ” ortadan kaldırabiliriz ve kendimizi eşikten geri çekebiliriz. Bundan olsa gerek alışveriş sitesi Amazon’da popüler iktisat kategorisinde en çok satan kitaplar listesinde, ilk 15’de Marx’ın iki kitabı var: Komünist Manifesto ve Kapital.
Benim kitap önerim de M. Desai, Marx’ın İntikamı.