Demokrasi mi istiyor dunuz?

Orhan AKIŞIK
Orhan AKIŞIK KÜRESEL PERSPEKTİF [email protected]

- Bir tarafta, İran, Irak ve Hizbullah'ın desteklediği Esad rejimi, öte tarafta Türkiye ve Suudi Arabistan destekli rejim karşıtları. Suriye'de Sunniler arasında radikal İslama kayanların sayısı hızla artıyor. Bu durum, Başar Esad rejiminin bunca saldırıya karşı ayakta kalmasının önemli nedenlerinden biridir.

 

- Rejimin, düşmanı olduğu kadar destekçisi olduğu da bir gerçek. Esad'sız bir Suriye'de yaşama şanslarının olmadığını bilen Aleviler dışında, Hristiyanlar ve Laik Sunniler de iktidarı destekliyor.
 

ABD ve Rusya tarafından önerilen planın Suriye tarafından kabul edilmesiyle krizde yeni bir sürece girildi. İki ülke dışişleri bakanlarının geçen hafta Cenevre'de yaptıkları antlaşma uyarınca, Suriye'nin elindeki bütün kimyasal silahları 2014'ün Temmuz'una kadar uluslararası gözetime teslim etmesi gerekiyor. ABC televizyonunda konuşan ABD Başkanı Obama, Rusya'ya güvendiklerini, bununla birlikte verilen taahhütlerin sözde kalmaması için kontrol mekanizmasının çalıştırılacağını açıkladı. Suriye yönetimi, kararın Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nde onaylanmasını müteakip bir hafta içinde sahip olduğu kimyasal silahların listesini bildirecek ve en geç Kasım'a kadar Birleşmiş Milletler uzmanlarını inceleme yapmaları için ülkeye davet edecek. Ancak, iç savaşın sürdüğü ülkede denetimlerin nasıl yapılacağı bir soru işareti. Silahların kontrolünü yapacak uzmanların güvenliğinin nasıl sağlanacağı bilinmiyor.

Esad yönetiminin antlaşmaya uymama olasılığına karşı ABD uyarılarını sürdürüyor. ABD Dışişleri Bakanı Kerry, bu durumda dünya barışının tehdit altında olduğu gerekçesiyle, Birleşmiş Milletler'in güç kullanımı ve ekonomik yaptırımların uygulanmasına ilişkin 7. maddesinin devreye sokulacağını açıkladı. Rusya Dışişleri Bakanı Lavrov ise bu görüşte değil. Rus Bakan antlaşmaya sadık kalınmadığı takdirde, bunun Güvenlik Konseyi'nde müzakere edilmesi ve doğrulanması gerektiği görüşünde. Bu gelişmeler olurken, Birleşmiş Milletlerde rüzgar yön değiştirmeye başladı. Genel Sekreter Ban Ki-Moon'un açıklaması bu bakımdan önemli. Kuruluşun uzmanları tarafından yapılan incelemelerde saldırıda sarin gazı kullanıldığının tespit edildiğini belirten Ban Ki-Moon, sorumluların uluslararası topluma hesap vermesi gerektiğini söylüyor.
 

 

***
Arap Baharı'nın başlangıçtaki amacı, otoriter rejimlerle yönetilen Arap ülkelerine demokrasi getirmek olsa da, Batı ülkelerinin bundan vazgeçtikleri söylenebilir. ABD Dışişleri Bakanı'nın, Suriye'nin geleceğine Suriye halkı karar verecektir demesinden anlaşılan bu. Kerry'nin görüşü, Obama'nın ABD'nin iç savaşta taraf olmayacağı açıklamasıyla örtüşüyor. Suriye'de zamanında demokratikleşme yolunda ciddi adımlar atılmış olsaydı, belki de bugünkü kaos ve iç savaş ortamı olmayacaktı. Zira çatışmalar, demokrasi mücadelesi olmaktan çok bir mezhep savaşı. Bir tarafta, İran, Irak ve Hizbullah'ın desteklediği Esad rejimi, öte tarafta Türkiye ve Suudi Arabistan destekli rejim karşıtları. Suriye'de Sunniler arasında radikal İslama kayanların sayısı hızla artıyor. Bu durum, Başar Esad rejiminin bunca saldırıya karşı ayakta kalmasının önemli nedenlerinden biridir. Rejimin, düşmanı olduğu kadar destekçisi olduğu da bir gerçek. Esad'sız bir Suriye'de yaşama şanslarının olmadığını bilen Aleviler dışında, Hristiyanlar ve Laik Sunniler de iktidarı destekliyor.
 

***
Terörist gruplar muhalif güçler içinde yer almasaydı, Batı'nın Suriye'ye yönelik tavrı ve politikası şimdikinden çok farklı olurdu. Türkiye, her fraksiyondan muhaliflerin ve rejim karşıtlarının adeta bir uğrak yeri. Devlet güçleriyle çarpışan teröristlerin Suriye'ye Türkiye üzerinden de girdikleri biliniyor. Bu müsamahalı politika etik olmaması bir yana, çok risklidir. Terör örgütlerinin tehdidi altındaki bir ülkeye ne turist gelir ne de sermaye. Medyaya yansıyan Suriye'deki vahşet manzaraları, demokrasi adına yola çıkanların demokrasiden ne kadar uzak olduklarının açık bir göstergesi olmasının ötesinde, Batı ülkelerinde artan İslamafobiye adeta haklılık kazandırmaktadır. Dışişleri Bakanı Davutoğlu, muhalifler tarafından boğazlanan Suriyeli askerler kendisine hatırlatılınca kınıyoruz demekle yetiniyor. Laik ve demokrat bir ülkenin Dışişleri Bakanı'nın kınamanın ötesinde bu barbarlığı lanetlemesi gerekirdi. Şurası gayet açık; Esad rejimi yıkıldığında hiçbir şey güllük gülistanlık olmayacak. Suriye'de azınlıklar dışında laik Sunnilerin de Esad sonrası dönemde söz sahibi olmaları hayaldir. Muhalif gruplar arasında bugünkünden daha kanlı, daha acımasız bir iktidar mücadelesinin başlaması kaçınılmaz. El-Kaide bağlantılı grupların iktidarı ele geçirmemelerinin de bir garantisi yok. Böyle bir durumda, Suriye'ye demokrasi mi gelmiş olacak? Hadi, demokrasiden vazgeçtik; Türkiye'nin, bu tür bir yönetimle ilişkisi ne olacaktır?
 

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Vekalet savaşları 08 Ekim 2016
Clinton farkı 01 Ekim 2016
Sorun küreselleşmede mi? 27 Ağustos 2016