Demokrasi, demokrasinin ruhuna aykırı yöntemlerle korunamaz
15 Temmuz’da devlete paralel örgütlenmiş bir yapının ülke yönetimini teslim alma girişimi, beraberinde bu eyleme yandaş olan tüm kadroların devletten tasfiyesi, devlet dışındaki kadrolaşmalarının da etkisizleştirilmesi baskısını getirdi. Acele alınan bir kararla hükümet olağanüstü hal ilan etti, mücadelede kesin ve kararlı adımlar atabilmesi için gerektiğini iddia ettiği Kanun Hükmünde Kararname (KHK) çıkarma yetkisini de parlamentodaki çoğunluğuna MHP desteğini de katarak elde etti. Her ne kadar, ülkenin acil sorunlarla karşılaştığı durumlarda parlamentonun da acilen toplanarak yasa çıkarmaya destek vermesi tabii olsa, hükümet bu özel yetkiye ihtiyacı olduğunda ısrar etti.
KHK yetkisi hükümete “terörle” mücadele için verildi. Terör kelimesinin iktidara dönük her türlü muhalefeti kapsayacağı, kararı eleştirenlerin aklına gelmemişti. Görülebildiği kadarıyla, hükümet şöyle bir mantık yürütüyor: “Benim uyguladığım her politika teröre karşı yürüttüğüm topyekun mücadelenin bir vazgeçilmez bir parçasıdır. Dolayısıyla, benim herhangi bir eylemimi eleştirenler, aslında hükümetin terörle mücadelesini eleştirmekte, ona karşı çıkmaktadırlar. Terörle mücadeleye karşı çıkmak ise, teröre destek vermekle eş anlamlıdır. Öyle ise, hükümet politikalarını eleştirenler terörle mücadele çerçevesinde cezalandırılır.” Son olarak, Cumhuriyet Gazetesi yazarlarını hedef alan tutuklama dalgası, bu tür bir zihniyetin ürünüdür. Hükümet yapılanları tabii bulmaktadır, ancak hükümetten başka hiç kimse böyle bir değerlendirmeyi ikna edici bulmamaktadır. Ülke içinde ve dışındaki genel değerlendirme, yetkilerin terörle mücadele için değil, muhalif basını baskı altına almak için kullanıldığı istikametindedir.
Son uygulamalar, KHK yetkisinin terörle ilgisi kurulamayan alanlara da yaygınlaştırılmak istendiğini göstermektedir. Rektörlerin seçilme yönteminin değiştirilmesi bunun son örneklerindendir. Eski yöntemin bazı sorunlara yol açtığı biliniyordu. Bunun kanunla ıslahı mümkündü. Hepsi iktidar tarafından atanmış ve Fethullahçı oldukları ileri sürülen rektörler zaten görevden alınmışlardı. Yerlerine atamalar yapılıyordu. Bunun için terörle mücadeleyi vesile ittihaz edip kararname çıkarılmasının izahı yoktur. Rektör belirlenmesinde üniversite kadroları tamamen dışlanmıştır.
15 Temmuz sonrası hükümete KHK çıkarma yetkisi terörle mücadele etsin, demokrasimiz korunsun ve gelişsin diye verilmişti. Maalesef, yetkinin kullanılışı, bu amaçtan uzaklaşıldığını, yetkinin demokrasinin daraltılması için kullanıldığını tereddüde mahal bırakmayacak bir biçimde göstermektedir. Demokrasiyi, demokrasinin ruhuna aykırı yöntemlerle korumak mümkün değildir. Umalım ki, hükümetimiz de bu gerçeği kısa sürede idrak edecek ve uygulamalarını tekrar gözden geçirecektir.