Demokrasi açısından övünecek bir dönem yaşamıyoruz
Acaba yıllar sonra bugün yaşadığımız döneme bakacak olursak, neler göreceğiz, bu dönemi nasıl hatırlayacağız? İlk olarak, yıllar sonra geriye doğru bakmak fırsatını bulabileceğimizi ümit edelim, çünkü şu anda görülen uygulamaların geleceğimizi ipotek altına aldığını görmezlikten gelemeyiz. Örneğin, hükümetimiz uyguladığı dış politikayla ülkemizi dünyada giderek yoğunlaşan bir yalnızlığa mahkum etmiştir. Müttefiklerimiz bizden bıkmıştır, komşularımız bizden yaka silkmektedir, kimse bize güvenmemektedir. Türkiye’nin dostluğunu korumanın yerini Türkiye’nin şerrinden korunmak duygusu almıştır. Iran kendisini ülkemizi nasıl yönetmemiz gerektiği konusunda bize akıl verecek kadar özgür hissetmektedir. Kendi muhtacı himmet olan Irak bile homurdanmaktadır. Bu politikanın sürdürülebilirliği var mıdır, sürdürülürse milli varlığımız açısından maliyeti ve sonuçları ne olur, düşünmek bile istemiyorum.
Yıllar sonra geriye doğru baktığımızda, yaşadığımız dönemin içteki en büyük tahribatının hukuk devleti konusunda olacağını tahmin ediyorum. Bunun temel nedeni yasa ve teamüllere göre yönetimin yerini keyfiliğin almış olmasıdır. Hukuk devleti ilkelerine göre yönetilme duygusunu yıkmak kolay, inşa etmek zordur. Etrafımızda her gün keyfiliğe kayışın yeni örneklerini görüyoruz. En son seçimler ve sonrası örnekleri dikkati çekmektedir. Bir kere, Cumhurbaşkanımız anayasa uyarınca tarafsız olması gerekirken seçimler boyunca partiler arası yarışmaya katılmış, sonucu “eski” partisi lehine etkilemeye çalışmıştır. Seçim sonrası ülkenin hükümete kavuşması için gayret etmesi gerekirken, sonuçtan memnun olmadığını, parlamentoyu dağıtarak bir an önce seçime gitmek istediğini muhtelif vesilelerle ifade etmiştir. Sayın Davutoğlu hükümet kuramayacağını bildirince, teamülü ihlal ederek, görevi ana muhalefet partisi başkanına vermemekte ısrar etmiştir. Son olarak, seçimlerin yenilenmesinin hukuki şartları henüz gerçekleşmemişken ve seçimlerin tarihini belirleme yetkisi kendisine ait değilken, seçim tarihi bile açıklamıştır. Bunlara ek olarak Cumhurbaşkanımız, hukuk devleti fikrini adeta inkar etmiş; herhangi bir yasal değişiklik olmamasına rağmen, sistemin fiilen değiştiğini, yasaları fiili duruma uydurmanın gerektiğini ifade etmiştir.
Karşımızda sadece hukuk devleti ilkesini benimsemeyen sadece bir aktör olsaydı, diğer siyasi aktörler ve kurumlar bunu dengeleyebilir, telafi edebilirlerdi. Maalesef, parlamento, siyasi partiler, muhtelif devlet kurumları da aynı yaklaşımı yansıtıyor. Özellikle yargının sergilediği ve geçen hafta üç eski savcının yurtdışına kaçması ile somutlaşan keyfiliğin nasıl düzeltileceğini kestirmek zordur. Keza parlamentoda hukuk devleti ve teamüllerin korunmasına değil, sık sık ihlaline yardımcı olunması hukuk devletinin erimesini hızlandırmaktadır. Gelecekte geçmişe bakınca, demokrasi açısından övüneceğimiz bir dönem yaşamadığımızı göreceğimiz kesindir.