Değişimin Yönetimi ve 25 yıl öncesinin saptamaları: 2
Kuramsız iş yeri "pusulasız gemi" gibidir...
"Değişmenin Yönetimi ve Şişecam Topluluğu Gündemindeki Temel Sorunlar" başlıklı Eylül 1991 tarihli raporun sunumunu geçen hafta paylaştık. Raporu okuyanların savunmacı bir anlayışın tuzaklarına yakalanmadan, "çeyrek yüzyıl önceki savların" ne kadar hayata taşınabildiğini düşünmeleri daha akılcı bir yoldur. Raporun eksikleri, yanlışları ve doğrularıyla bugün bile tartışılması gereken sorunlar içerdiğini söyleyebiliriz. Hepimiz, "öğrenen insan, öğrenen ürün, öğrenen sistem" aşamasına geçiş sürecini hızlandırmaya katkı yapabilecek tartışmalar içinde olmalıyız. Biz, dün altına imza attığımız düşünceleri de bugün söylediklerimizi de her ortamda tartışmaya hazırız; hesap vermekten de ayrı bir tat alırız.
Bu yazıda, anılan rapordaki çok temel bir yaklaşımı, iş yaşamında "kuramın önemini" ve "eğilim analizine" ilişkin değerlendirmeyi serinkanlılıkla irdeleyerek günümüz sorunlarına uyum sürecindeki yerini ve önemini sorgulamalıyız:
•••
Uzun vadeli plan çalışmalarının temel ve değişmez amacı, çevredeki değişmeleri ve gelişmeleri değerlendirerek, ortaya çıkmakta olan fırsat ve tehlikeleri hakkımda bir "erken uyarı" yapmaktır.
Plan, geleceği öngörmek, fırsat ve tehlikeler karşısında alternatif tepkilerin neler olabileceğini saptamaktır. Bu özelliği nedeniyle plan çalışmaları kuramsal temele oturmaktadır.
Plan çalışmalarının kuramla uygulamayı birleştirici ve dengeleyici özelliği vardır. Bu özelliği gözlemleyenlerde öngörü ve soyutlamaların değerini, uygulamadan daha düşük gösterme eğilimi gözlenir. Bu, on bir yıldır UVP çalışmalarını bir yönetim aracı olarak benimseyen kurumumuzda da sık sık gözlemlenen bir olgudur.
Kuramsız herhangi bir çalışma, pusulasız gemiye benzer. Kuramsız her hangi bir öngörmenin sağlıklı ilkelere dayanması, iç tutarlılığının olması ve tutarlı bir felsefeye dönüşmesi olanakları yoktur.
Çağımızın önde gelen bilim adamlarından Rene Thom, "... Kuramsal düşüncenin olmadığı yerde bilim bir arşiv koleksiyonundan başka bir şey değildir. Unutmayalım ki bilim tarihinde kavramların önceden keşfedilmesi, fizik yasalarının oluşmasını olanaklı kılmıştır. On yedinci yüzyıldan bu yana, çağdaş bilimde kuramsal gelişme deneylemeden önce geldiği ölçüde gerçekleşebilmiştir. Bütün büyük bilimsel araştırmalar yeni olayların keşfine değil de bilinen olayların yeni bir düşünce ve anlatım biçimine dayanıyordu. Oysa bugün tam tersi gözlenmektedir: Bilgisayar çığırtkanları araştırma dünyasını hep daha fazla deney yapmaya zorluyor; olguları düşünce gerektirmeyen gözlemcilik eğilimine doğru itiyorlar. Çağdaş bilim nefes almamaktadır; çünkü bilginlerin gerçek olarak adlandırdıkları teknik başarılardan başka bir şey değildir" demektedir.
Hawking de kuramı, "evrenin ya da onun sınırlı bir parçasının modeli ve gözlemlerimizi bu modeldeki niceliklere bağlayan kurallar takımı" olarak tanımlanır. Düşünüre göre bir kuram, şu iki koşulu sağlamalıdır:Olabileceğine az sayıda isteğe bağlı ögeyi içeren bir modele dayanarak, büyük bir gözlemler sınıfını doğrulukla tasvir etmeli, gelecekteki gözlemlerin sonuçlarına ilişkin belirli kestirmeler de bulunmalıdır.
Bir UVP değerlendirmesi yapılırken, değişmelerin hızı, niteliği ve yönü hakkında doğru öngörü yapılmadığı zaman; gözlemlenen olgunun adı yanlış konabilir. Dolayısıyla, yanlış adlardan yanlış kavramlar türer; yanlış kavramlar, düşünceleri saptırır; sonuçta yanlış düşüncelere dayalı uygulamalar da beklenen başarıya götürmez.
Yukarıda kısaca özetlenen yaklaşımdan kalkarak, Şişecam Topluluğu için son derece kritik gördüğümüz on birinci plan çalışmalarında yönlendirici olacağını düşündüğümüz temel eğilimleri aktarmaya çalışacağız.
Belirleyici eğilimler
Plan çalışmalarında, ekonomik ve teknolojik değişme dinamikleri üzerinde değişik değerlendirmeler yapılmıştır. Bu değerlendirmelerde, bugün ve yakın gelecekte, sosyo-ekonomik kurumları yakından etkilediğine inandığımız bazı temel eğilimleri aktaracağız.
Çok değişik çalışmalardan yararlandığımız, ancak temelde Carl J. Dahlman ve Dletger Hahn'ın araştırmalarına dayanan on bir eğilimden söz etmek istiyoruz:
1.Globalleşme: Ekonomik ve teknolojik dinamiklerin ortaya çıkardığı iki temel eğilimden biri globalleşme, diğeri ticari bloklardır. Ticari bloklar, bu değerlendirmenin daha sonraki aşamasında devletler arası ilişkiler bağlamında irdelenmeye çalışılacaktır. Burada toplumumuzu çok yakından ilgilendiren globalleşme üzerinde durmak istiyoruz.
Bugün çok yaygın biçimde kullanılan globalleşme kavramı, zaman zaman amacını aşan anlamıyla da günlük yaşamda kullanılır olmuştur.
Globalleşmeyle ilgili önemli bir tanımlamayı Prof. Theodur Lewitt yapmıştır: "Mallarımızı dünya pazarlarında çok fazla değişmelere uğratmadan-hatta hiç değiştirmeden- satma olanakları doğmuştur. Çünkü hem mallar hem de pazarlar homojenleşmektedir. Artık Amerikalının ihtiyacı ne ise bir Hintlinin ihtiyacı olan mal odur. Tüketici ihtiyaçları birbirine benzemeye başlamıştır. Tüketici tercihleri de homojenleşmiştir. Böylelikle dünyanın herhangi bir yerinde üretilen bir mal, dünyanın çok değişik bir yerinde kendine bir pazar bulabilmektedir."
Tanımlama, malların ve ihtiyaçların homojenleştiği temel kabulüne dayanmaktadır. Bu tanıma karşı çıkanlar, marjinal pazarlardaki farklılığa işaret ederek 800 milyon Hintli nin ancak yüzde 10'nun Amerikan tarzı bir tüketim kalıbı olabileceğini ileri sürmektedir.
Globalleşmeyi dünya pazarlarındaki gelişme olarak algılayanların tanımlaması da şöyle özetlenebilir: "Eğer mallarınızı dünya pazarlarında satmak, malların homojenleşmesi nedeniyle her zamankinden daha kolaysa, o zaman bu malı, tüm sinai girdileri ile aynı yerde üretmemiz bir zorunluluk değildir. Bunun yerine, malın işçiliğini üretimin yapıldığı yerden; sinai girdilerini -ucuza alınabilecek- bir başka yerden sağlar, pazarlama organizasyonunu ise pazarlama açısından bize stratejik bir avantaj sağlayacak, rekabet gücünü pekiştirecek yerlerde yaparız.Böylelilikle, herhangi bir yerde arz edilen mala, pek çok bölge dolayısıyla ekonomi-girdi sağlamış olur. Bu olgu ekonomileri, o ekonomiler içinde bulunan kurumları birbirine yaklaştırır; iş birliğine iter, rekabet şartlarını değiştirir.
Bugünün dünyasında, girişken ve atılımcı karakterdeki firmalar, örneğin; teknolojiyi Japonya'dan, dizaynı İskandınav ülkelerinden, diğer girdileri avantajlı bölgelerden sağlayarak üretim yapmakta; pazar örgütlerini de talebin olduğu yerde kurmaktadır.
Özetlemek gerekirse, yüksek verimli çalışarak, rekabet gücünü koruma ve geliştirme ihtiyacı sermayenin hareketliliğini arttırmış, ulusal ya da bölgeselliğin etkisi azalma sürecine girmiş, dünya tek bir pazara dönüşmeye başlamıştır.
2.Ar-Ge harcamaları ve buluş oranındaki artış: Sanayi Devrimi'nin olgunlaşmaya başladığı 1900'lü yılların başlarında dünya politikalarında kapitalist ve sosyalist sistemler birbirinden kesin olarak ayrılmıştır. Sovyetler Birliği' ndeki oluşum, ardından Çin ve diğer ülkelerdeki sosyalist uygulamaları dünya gündemine sokmuştur.
Bu dönemde kapitalist Batı ekonomilerinin lideri de Kıta Avrupa'sından, Atlantik ötesine ABD 'nin eline geçmiştir. Özellikile İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra iki sistemin ideolojik kavgasının kızışması, soğuk savaş döneminin başlaması, silah ve güç üstünlüğü yarışını da başlatmıştır.
Önemli miktarda kamu fonları savunma sanayilerinde yeni güçler yaratmak için kullanılmıştır.
Savunma sanayilerinde yapılan Ar-Ge çalışmalarının ticari yaşama yansımalarının verimlilik, kalite ve fonksiyon etkileri, firmalarıda Ar-Ge çalışmaları yapmaya özendirmiştir.
Zamanla firma ölçekleri büyümüş, firmaların üretebildikleri ekonomik fazla da Ar-Ge harcamaları için belirli fonların ayrılmasına fırsat tanımıştır.
Ar-Ge çalışmalarının devletlerin kontrolünden çıkarak, firmaların laboratuvarlarına inmesi, buluşları rekabet gücü yaratmanın odağına yerleştirmiştir.
Özellikle bilgisayar teknolojisinin, başat bilgi olmak üzere, üretim sürecinde kontrol gücünü artırması, insanın zihinsel gücüne yeni boyutlar katması da buluşlardaki hızın artmasını da hızlandırıcı bir etken olmuştur.
Gelişmeler, teknolojik gerçeklerin maddi donanımlarını köklü biçimde değiştirmektedir.
Maddenin dinamikliğinin yarattığı yeni süreç ve seçimler, yeni enerji kaynaklarının kullanımı, enerji kullanımında verimliliklerin artırılması, mekanik olmayan teknolojilerin gelişmesi teknolojik sistemlerin öge ve yapılarındaki niteliksel değişme, bellek gücü içeren araç-gereç kullanımının yaygınlaşması buluş gücünü arttıran başlıca etkenlerdir.
Günümüz iş dünyasında değişmenin ve yeniliğin sürekli yönetimi gerekli ve zorunlu bir alan olmaktadır.
Buluşlardaki hızlanma, işletmelerde kalite, hizmet ve fiyat açısından birikim yeteneklerini artıracak bileşenleri yakalamak için daha çok emek, para ve zaman harcanmasını gerektirmektedir.
Ayrıca, anılan bileşenler, yeni ürün, yeni hizmet ve üretim süreçlerini gözlemlemek, bu değişmelere uyum göstererek, pazarlama etkinliklerini bu bağlamda düzenlemeyi zorlamaktadır.
••••
Gelecek hafta: Yeni teknolojiler, talep değişmeleri ve otomasyon eğilimleriyle ilgili 25 yıl önceki uyarıları paylaşacağız.