Değişim rüzgarı
Murat İman / Yatırım Finansman Menkul Değerler
Berlin duvarının yıkılması ve ardından SSCB'nin ayrılmaya başlamasıyla kullanılmaya başlayan ''Değişim rüzgarı'' klişesi, belki de içinde bulunduğumuz dönem için en uygun sözler dizisi. Şu sıralar yeniden esmeye başlayan bu ''rüzgar''ların farkına varmak için bakış açımızı biraz değiştirmek yeterli, gemi yolculuğuna çıkan insan metaforunu kullanarak, karanın bizden uzaklaştığını değil bizim karadan uzaklaştığımız gerçeğinin farkına vararak olaylara yaklaşırsak, yakında rüzgarın şiddetinin artacağını da görürüz.
Uzun zamandır devam eden değişimin Türkiye yatırım iklimini nereden nereye getirdiğine bakalım, neler değişmiş neler aynı kalmış. Batılılar tarafından bir Ortadoğu ülkesi olarak görülen NATO üyesi, KEİK üyesi, AB üyeliği için sıra bekleyen ve belirli bir mesafede tutulmaya çalışılan Türkiye yüzünü doğuya dönmüş ve Arap ülkeleri, İran, Rusya, Türk cumhuriyetleri ve Çin'le sıkı ticari ilişkilere girmiş ayrıca bu ülkelerden bazılarıyla rezerv para üzerinden değil kendi para birimiyle ticarete başlamıştır. Yakınında bulunan Körfez ülkelerinde ki, gerek gelişmekte olan pazar statüsünde ki gerekse gelişmiş pazar statüsünde ki komşularında oluşan ekonomik aktivitelerden etkilenmemeye başlamıştır Gelişmekte olan pazar statüsünde olmasına karşın aynı sepetteki tüm rakiplerinden daha pozitif bir piyasa olmuştur. Döviz kurlarının dalgalanması makul aralıklara inmiştir. Yakınlarda kredi notu iki puan birden artmış ama maalesef hâlâ yatırım yapılabilen ülke statüsüne gelememiş, batık ülkelerden daha düşük düzeyde kalmıştır.Bugünlere geldiğimizde kış ayları için beklenen mevsimsel dalgalanma aralıkları da daralmıştır.
Elbette ki bölgesel sepetin içinden ara sıra dışına çıkış mümkündür ve ayrışma teorisi olarak geçiştirilebilir ama global sepetin dışına çıkılamaz. Paper asset tabir edilen, para, tahvil vb. değerlerden, hard asset yani elle tutulabilen değerlere (altın, gümüş vb.) bir kayış olduğu aşikardır. Dünya piyasalarında ki bu iyimserliği ne şekilde değerlendirmek gerek bilemiyoruz, acaba sadece düzeltme dalgası olarak mı bakmak lazım yoksa değerler arasında geçiş için hazırlanan bir ortam olarak mı bakmak lazım. Değişimin bizi nereye getirdiğine bakalım ve hep beraber ''yeni normal''lerimizi düşünelim. Bir ülkenin parası değer kaybetse bile faizleri düşük kalabilir, ülke para bassa bile enflasyon artmaz, devlet para vermez daha çok tahvil verir ve tahvillerde oynama olmaz (Amerika). Bir ülke kendi esenliği için para birimini yüksek tutar böylece ihraç malları satılmaz, ithal mallara talep artar (Japonya). Eskiden IMF'den borç alamadığı takdirde borçlarını çeviremeyecek ülkelerin bazıları ona borç teklif eder (Brezilya) bazıları ise vermezsen verme der ve finansal piyasalarının umurunda bile olmaz. Yeni normallere çabuk adapte olarak ülkemiz için müsterih olsak bile dünya konjonktürünün dikkatle izlenilmesi gereken zamanlar geldi çattı. Umarız bu sefer komşuda pişen bize de düşmez.