Değişen koşullara tepkisizlik çözüm müdür?
Ramazan Bayramı’ndan bu yana Türk Lirası dalgalı bir şekilde değer kaybediyor; İzmir Marşı ile yükseliyor, Mehter Marşı ile zorlukla geriletilebiliyor. Bu süreçte Türkiye ekonomisine ilişkin beklentiler bozuluyor, kırılganlık algılaması kademeli bir şekilde artıyor ve olumsuzlaşmaya devam eden dış koşulların da katkısı ile riskten kaçınma eğilimi güçleniyor. Bu açmazdan çıkışın yine dışarıdan gelebileceğini düşünenlerin hayal kırıklığı büyüyor. Etkisi daha yoğun hissedilen jeopolitik gelişmelerin, bardağı taşıracak damlalar olmasından endişe ediliyor. Sinsice artan risk primi geçici de olsa sakinleşmeye izin vermiyor, yükselen güvensizlik ise olması istenenlerden uzaklaşmayı hızlandırıyor. Sürdürülebilir olmadığı bilinen bu süreçteki tökezlenme ve toparlanmanın başarılamaması sabır sınırlarını zorluyor.
Esas tuhaf olan ise, iş dünyamızın yukarıda özetlemeye çalıştığımız olumsuzluklar zincirini kanıksamış ve tepki vermiyor olması! Bu aşamada sormak gerekiyor: bilinçli bir tercihle tepki vermiyor mu, yoksa olanaksızlık nedeniyle veremiyor mu? Veya başka bir deyişle, günlük ihtiyaçları karşılama konusundaki sıkıntılar yöneticileri edilgen ve işleri tarafından yönetilen durumuna mı düşürdü? Bizim belirleyici olmadığımız koşullardaki değişim geçici nitelikte ise tepkisizlik tutarlı bir tercih sayılabilir; fakat olumsuz değişim kalıcı nitelikte olmasına rağmen eski alışkanlıklar aynen devam ediyor ise görünenden çok daha ciddi sorunlarımız var demektir. Kalıcı değişim ortamında çözümü dışarıdan beklemek ve o gün gelinceye kadar yeni koşullara pek te uygun olmayan davranış kalıpları ile idare etmeye çalışmak, profesyonellik değil çaresizliktir. Atılan her adımda, bu duruma düşmemek adına tedbirli olunması hayati önemdedir. İyi niyetle de olsa gerçekleri görmezden gelmek, kontrolü kaybetmeye başlamak anlamındadır.
Evet, Türk Lirası dalgalı bir şekilde değer kaybediyor ve gelişmeler bu durumun kalıcı olma olasılığını güçlendiriyor. Döviz kuru yükseldikçe enfl asyon ve faizlere ilişkin beklentiler bozuluyor, ülkemizin ve kurumsal yapımızın risk primi artıyor ve her türlü riskten artan belirsizlik sebebiyle kaçınma eğilimi güçleniyor. Asıl önemlisi, bu aşamadan sonra faizler seri bir şekilde yükseltilse bile durum düzelmeyebilir, tam aksine olumsuz eğilimler daha da güçlenebilir. Zira bu kez de yüksek oranlı ekonomik daralma beklentisi devreye girer ve riskten kaçınma eğilimini ivmelendirebilir, dış finansman olanaklarımız çok daha hızlı bir şekilde daralmaya başlayabilir. Hal böyle olduğu için, en kötüsü faizler biraz yükselir ve her şey düzelmeye başlar demek pek tutarlı görünmüyor. Aksini iddia edenlerin 1994 ve 2001 yıllarındaki krizlerimize, küresel kredi krizi sırasında astronomik düzeylere sıçrayan uluslararası para piyasası oranlarına veya bugünün Brezilya’sına bakmasında yarar olabilir.
İş dünyamızın yaşadığımız olumsuzluklara ne sebeple olur ise olsun tepkisiz kalması ve politika yapıcıların bu durumu kendi başarıları olarak görme eğiliminde olması gelecek açısından umutlu olmayı zorlaştırıyor. En kötüyü geride bırakıyoruz diyerek hesapsızca direnmenin ve koşulların bize uyacağı günü beklemenin, geleceğimizle kumar oynamak anlamına gelebileceğini bilmemiz gerekiyor. Dış koşullar umduğumuz gibi düzelmez ve olumsuzlaşmayı sürdürür ise ne yapacağız? Bu ve benzeri sorulara yanıt aramanın zamanı gelmedi mi?