Değişen dünyada sorumluluğumuz artıyor

Adnan NAS
Adnan NAS ASLINA BAKARSANIZ adnan.nas@stfa.com

Kriz sonrasında, dünyada dengeler bir türlü yeniden kurulamıyor. Bu sürecin bu kadar uzun sürmesi, bir yönüyle de güçlerin eskiye göre çok daha fazla dağılmasından, eşitlenmesinden, başka bir deyişle dünyanın daha fazla düzleşmesinden kaynaklanmakta. Gelişmiş ülkelere son bir yıl içinde yaptığımız yolculuklarda bu değişim paradigmasının her düzeyde, hükümet kuruluşlarında, özel sektörde, sokaktaki adamda yansıyan izlerini görüyorsunuz. Eskiden dünyanın düzeni hakkında herkesin adına düşünme sorumluluğunu ve karar verme yetkisini üstlenen bu ülkelerin yetkilileri artık başkalarını ve özellikle büyümeye devam eden bizim gibi yükselen ülkeleri daha fazla dinleme, kendi görüşlerini daha fazla tartışmaya açma eği-limindeler. Bu değişikliğin arkasında da kendi toplumsal tabanlarında artan hoşnutsuzluk ve güvensizliğin, refah ve istihdam kaybı kaygılarının büyük payı var. Kısacası herkes için daha makul bir yeni dünya düzenine ilişkin bekleyişler yaygınlaşıyor.

ABD'nde düz oranlı vergi tartışması

Bu arayış ve belirsizlik süreci, politikacıları da seçmenlerin heyecanlarını ve coşkularını kö-rükleyecek politika değişiklikleri düşünmeye zorluyor. ABD'nde başkanlık seçimi sürecinin ilk aşaması, yani parti adayları arasındaki yarışma yaklaşırken yoğunlaşan projeler içinde, Cumhuriyetçi Teksas Valisi Rick Perry'nin "Düz ya da Tek oranlı Vergi" önerisi medyadaki geniş yankıları ve yol açtığı tartışmalarla öne çıktı. Esas itibariyle şu anda ortak öncelik haline gelmiş görünen ekonomik canlanma ve büyüme için itici güç olacağı savıyla öne sürülen böyle bir vergileme rejimi değişikliğinin mevcut müterakki ve karmaşık sisteme göre büyük bir basitlik avantajı taşıdığı, posta kartı büyüklüğünde bir form ile vergi beyanlarının yapıla-bileceği, orta sınıfı ilgilendiren mortgage indirimleri ve 500.000 dolardan az yıllık kazancı olanlar için emlak  ve yatırım konusunda istisnaların da devam ettirilerek tasarruf ve yatırımın destekleneceği ifade ediliyor.

Ancak diğer Cumhuriyetçi adaylar Herman Cain ve Mitt Romney gibi Rick Perry'nin de şu andaki hedefinin iş çevrelerinin ağırlık taşıdığı Cumhuriyetçi seçmeni ikna etme olduğu, bu nedenle  kriz sonrasında yaygın destek bulan müdahaleci kamu harcamaları ve zenginlerin daha fazla vergilendirilmesi eğilimini gözardı etmekte sakınca görmediği, bu görüşlerin se-çimin nihai aşamasında seçmen çoğunluğunun onayını kazanamayacağı tarafsız uzmanlarca ifade ediliyor. Demokratlara yakın düşünce kuruluşları ve uzmanlar da, planın vergi gelirlerini düşüreceği ve yükün yüksek gelirliler ve büyük şirketlerden (Kurumlar Vergisi'nin de Gelir Vergisi gibi yüzde yirmiye düşürülmesi yoluyla) orta sınıfa kaydırılmış olacağı görüşünde. Uzmanlar, planın ayrıca kamu harcamaları ve tüketim üzerindeki daraltıcı etkisiyle resesyon riskini depreştireceği kanısındalar.

Bizde tartışma yok, fiili durum var

Aslında vergi konusu, ABD gibi vergi bilinci yüksek ve mükelleflerin hükümeti sorgulama alışkanlığının fazla olduğu ülkelerde bile politikacıların keskin tavırlar almaktan kaçındıkları, uygulamada mümkün olduğu kadar esneklik marjı kazanmak istediği bir alan.

Nitekim, Cumhuriyetçilerin vergi oranını düşürme önerilerine karşı çıkan demokratlar da, Başkan Obama'nın, ABD şirketlerinin yurtdışı yerine yurtiçinde üretim yaparak istihdam yaratmaları ve ihracata yönelmeleri için özendirici mevzuat değişiklikleri üzerinde çalışıyorlar. Yani söylemler farklı olsa da, yatırımcıları heveslendirme konusundaki kaygılar yönünden tarafların beklentileri benzeşiyor.

Tabii bizim gibi ekonomiyi kayıt altına almakta hala zorluk çeken ve kayıtlı bölümünden de ancak stopaj yoluyla gelir vergisi toplayabilen, beyanname yöntemini verimli bir şekilde işle-temeyen ülkelerde kamu finansmanı, bu tür tartışmalara gerek olmadan, fiilen kendini dayatan bir dolaylı vergi hâkimiyetiyle sağlanıyor. Son yıllara kadar çift rakamlı seyreden enflasyonun da bir dolaylı vergi niteliği taşıdığı düşünülürse, bu yapının genelde gelişmekte olan orta sınıf üzerindeki yükü arttıracağı, reformun be nedenle de zorunlu olduğu söylenebilir.

İddiamız da artıyor, sorumluluğumuz da

Yazının başında sözettiğimiz küresel düzleşme ve eşitlenme eğiliminin Türkiye gibi yükselen ülkeleri daha iddialı ve özgüvenli hale getirdiği açık. Ancak bu, aynı zamanda, sorumlulukla-rımızı da arttırıyor. Siyasi alanda olduğu gibi ekonomide de artık, eskiden olduğunun aksine, otomatik pilotlara bağlanma imkânımız olmayacak. Riskleri kendi başımıza yönetmek, süreç-lerimizi iyileştirmek, reformlarımızı yapmak zorundayız. Bunun için de toplumun yaratıcı, üretici ve sorgulayıcı kapasitesini yükseltmek gerekiyor.

Ancak dinamik ve üretken bir toplumsal enerji ile desteklenen ekonomik inisiyatiflerin başarı şansı var. Yoksa 60 yıllık askeri ve stratejik ortaklığa karşın kaplumbağa hızıyla gelişen ABD ile aramızdaki ticaret ve yatırım ilişkisinde olduğu gibi tıkanmak kaçınılmaz. Giderek artan avantajlarımıza ve konjonktür fırsatlarına rağmen, bunları somut projelere ve iki tarafın da kazanacağı bölgesel kapsamlı yatırımlara dönüştürebilmek için pasif değil, aktif ortak olmayı becermeliyiz.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Seçim biter, kriz bitmez 02 Temmuz 2019
Yolun sonuna geliyoruz 11 Haziran 2019