Değişemezsek riskler azalmaz

Adnan NAS
Adnan NAS ASLINA BAKARSANIZ [email protected]

Her yıl olduğu gibi bu yıl da ekonomide konuşma ve gezi sezonunu yoğun yaşıyoruz. Gerçi bu defa referandum nedeniyle geç başladık, ama medyadan izliyorsunuzdur, arayı hızla kapatmaktayız. Retorikte hep birlikte kazandığımız ustalık nedeniyle pek çok güzel ve doğru şey de söyleniyor. Tabii insan doğal olarak söylem kadar uygulamada da özenli ve kararlı olmamızı dilemiyor değil. Zaten öyle olsaydı, aynı şeyleri yıllar boyunca tekrar tekrar söylemek zorunda da kalmazdık.

Dikkat ederseniz doğru söylemlerin hemen hepsi hedeflerle, nelere ulaşılacağıyla ilgili; iş bu hedeflere nasıl, hangi stratejilerle varılacağına gelince ya es geçiliyor, ya da üstünkörü geçiştiriliyor. Ben bunun nedeninin nasıl yapacağımızı bilmediğimizden değil, aksine yapmak istemediğimizden, doğacak maliyeti üstlenmek istemediğimizden kaynaklandığını düşünüyorum. Çünkü malum, büyük hedeflere varmak mevcut durumu değiştirmeyi, kendimizi dönüştürmeyi gerektiriyor genellikle. Oysa sadece politikacıların destek istedikleri kesimleri kızdırma korkusu değil, toplumsal genetik kodlarımız da mecbur kalmadıkça ve dibe vurmadıkça rahatımızı bozmaya ve riskleri göze almaya elvermiyor. Nitekim 80'lerden beri kırk yıla yaklaşan geçmişimizde yumurta kapıya dayanmadan radikal dönüşüm kararı alamayışımızın, reform yapamayışımızın nedeni de aynı değil mi?

Reform yerine destan

Aslında son 15 yılın bu açıdan bir farkını görmezden gelmeyelim: Reform gereği hep gündemde tutuldu. Bu amaçla hazırlanan pek çok dokümanın sayısını hatırlamak bile zor. Cari açığa ve kayıtdışına karşı eylem planları, sanayi envanteri, sanayi stratejisi, orta vadeli programlar, en son 2014'te Davutoğlu'nun Başbakanlığı'nda hazırlanan okunması bile saatler alan binlerce maddelik "dönüşüm programı" bir çırpıda aklıma gelenler.

Ancak hem bu dokümanların içeriği ve uygulamaya aktarılması konusunda kamu yönetiminin izleme, kamuoyunun da sahiplenme konusundaki isteksizliği, hem de reform kavramının, yüklenen farklı anlamlar nedeniyle niteliğini yitirmesi ve neredeyse her türlü teşvik, yapılandırma ve düzenlemenin bu etiketle sunulması ülke algısını ve kredibilitesini güçlendirici bir sonuç yaratmalarını engelledi. Şimdi de izlenmekte olan politikalar, öncelikli olarak dış finansman bağımlılığını azaltmaya ya da ciddi bilanço riski taşıyan reel kesimin yapısal zaaflarını azaltmaya değil, sadece kredi hacmini arttırmaya, sıkışan bankacılık kesimi bilançosuna Hazine destekli KGF kefaletiyle rahatlama sağlanarak ekonomiyi canlı tutmaya odaklanıyor. Fiyat istikrarı ikinci plana atılmış durumda.

Kısa vadede herkes memnun görünüyor, ancak küresel krizde yaşanan daralmanın ardından yani 2009'dan bu yana milli gelirin %6'sı kadar artan mevduata karşılık %30'u kadar artan kredilerle üzerindeki risk artan bankacılık sisteminin, bu yükü devletle paylaşarak ne kadar sürdürebileceği açık değil. Son olarak bunlara, bankaların kredi iştahındaki artışı "destan yazma" olarak öven Başbakan Yardımcısı Canikli'nin açıkladığı bankaların kredi aktiflerinin menkul kıymetleştirilip TCMB üzerinden likiditeye dönüştürüleceği gibi sonunda enflasyonda sıçramaya varabilecek bir enstrüman tasarımı da eklenmiş durumda.

Böylece reel kesimin üzerindeki yüksek döviz riskinin bankalar kesimi kanalıyla kamu kesimi üzerine aktarılması izlenimi veren bu politikalar, umarız ülkeyi 2001 öncesindeki kamu kaynaklı kriz ortamlarına sürüklemez. Hele bu banka senedi projesi gerçekleşip piyasaya ilave likidite verilirse 2008 küresel krizinin Türk versiyonunu yaratmakla ünlenmemiz işten bile olmaz.

Anlaşılan bu politikaların sonucundan ve TL'nin güçlenmesine yarayacağından bizim şirketler ve hane halkı da emin değil ki, geçen yazıda da belirtmiştik, alınan kredilerin bir bölümü ile döviz alınmış olması ihtimali güçlü. Gerçi şirketler açısından bu, döviz risklerinin azaltılması anlamında, rasyonel sayılabilir ama kamu kesimi ve ekonomi yönünden yeni krizlere davetiye olabileceği açık. Özellikle temel belirleyicisi kontrolümüz dışındaki Batılı merkez bankalarının faiz zamanlaması olan dış fonlara ihtiyacı azaltmak yerine sürekli artırmak tercih edilirse... İki derecelendirme kuruluşlarından son gelen açıklamalar da bunu teyit ediyor.

Fitch bankalar kesiminin pasifinde mevduatın düşük kalması ve kamu borcundaki artış riskine dikkat çekerken TCMB'nin banka senetlerine yatırım yapmasının öngörülmesinin mali disipline ve fiyat istikrarına zarar vereceğini vurguluyor. Moody’s de hükümet politikasının sadece büyüme odaklı kredi genişlemesinden ibaret kalmamasını, ülke riskini azaltmak için tasarruf oranlarının arttırılması ve dış finansmana bağımlılığın düşürülmesini gerekli bulduğunu belirtiyor.

Hükümetin bunları yapmasını olumlu anlamda şaşırtıcı bulacağını da ekliyor. İlk çeyrek sonunda cari işlemler dengesini ancak TCMB döviz rezervlerinde 4 milyar dolarlık azalışla sağladığımızı görünce bu yorumları yanlış bulmak zor.

Potansiyel kadar algı da önemli

Yalnızca derecelendirme kuruluşlarının değil, IMF ve AB gibi uluslararası kuruluşların Türk ekonomisi ile ilgili değerlendirmeleri de aynı yönde. Politika setinde değişiklik yapılmadıkça ülkenin büyümesinin potansiyelin altında, enflasyonun, işsizliğin ve borçlanmanın ise beklentilerin üstünde kalmasını kaçınılmaz buluyorlar. Sözün özü şu ki temel sorunumuz, büyümeyi sağlamak için bütün gücümüzle politikalar geliştirip hatta imkanlarımızı tehlikeli bir şekilde zorlarken, bütün bunları yaparken mevcut yapımızı ve dinamiklerimizi değiştirmemekteki ısrarımız.

Oysa her koşulda konjonktüre uyum sağlamamızı sağlayacak kadar yüksek potansiyelimiz varken bir de küresel yatırımcıların ve onları yönlendiren uluslararası kuruluşların gözündeki algımız güçlendirecek adımları atabilirsek hedeflerimize varmamız kolaylaşacak. Kaldı ki Cumhurbaşkanı'nın geçen hafta altını çizdiği "marka şirketler yaratma ve küresel yapılanmalardan pay alma”, hem gelişmiş batı hem de yükselen doğu ile aynı dilden konuşarak geçekleşebilir, sadece iç pazara odaklanan şirketleri kollamaktan ve içerdeki riskleri geçici olarak öteleyip büyütmekten değil...

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Seçim biter, kriz bitmez 02 Temmuz 2019
Yolun sonuna geliyoruz 11 Haziran 2019