Değerlisin demek yetiyor mu?

Prof. Dr. Çisil SOHODOL
Prof. Dr. Çisil SOHODOL [email protected]

Değer vermek, verilen değeri göstermek üzerine düşünüyorum birkaç gündür. Herkes, birçok kişiye birçok şeye değer verdiğini söylüyor; hepimiz söylüyoruz. Hem de kolayca, çok düşünmeden, bu sözleri etmenin ne kadar büyük bir sorumluluk olduğunu ve o sözleri duyan kişilerde nasıl etkiler, nasıl beklentiler ve umutlar yarattığımızı fark etmeden kelimeler dökülüyor ağzımızdan. 
 
Markalar müşterilerine önem/değer veriyorlar, kurumlar dünyamızı önemli buluyor, yöneticiler çalışanlarına değer veriyor, çalışanlar birbirlerinin değerli olduğunu söylüyor, insanlar hayatlarındaki diğer insanlara, arkadaşlıklara ya da birlikte oldukları kişiye verdikleri önemden bahsediyor. 
 
Söylem düzeyinde her şey olması gerektiği gibi. Ama ya sonrası? Sonra ne mi oluyor?..  Kendi dünyamıza, kendi gerçekliğimize, kendi isteklerimize, planlarımıza, hesaplarımıza, hırslarımıza, kendi bagajlarımızda biriktirdiğimiz yorgunluklara kapılıyoruz. Ve o “sen, siz önemlisiniz, sana/size değer veriyorum, varlığın/varlığınız benim için anlamlı” sözleri boşlukta asılı kalıyor; unutuyoruz! Belki de inanmayarak ve anı kurtarmak için söylediğimizden anlamı üzerine düşünmüyor ve hepsini arkamızda bırakıyoruz. 
 
Söylemek ve yapmak arasındaki boşluk, söylediğinle yaptığın arasındaki uyumsuzluk, bir insan, kurum ya da markanın en büyük sınavıdır diye düşünüyorum. İşte o büyük sınav, her gün hayatımızda aslında. Hepimiz,  önem verdiğimizi, değer atfettiğimizi ifade ettiğimiz şeylerle, kişilerle, ilişkilerle ilgili bir sınavdan geçiyoruz; hem de her gün. Ve maalesef sıklıkla, kolay kurduğumuz söylemlerimizle yaptıklarımız arasındaki boşluğu/uyumsuzluğu görmezden gelerek bu önemli kavramları anlamsızlaştırabiliyoruz. İnsan olarak bizler de markalar da kurumlar da konunun önemini unutarak sınavımızdan başarısız oluyoruz.
 
Oysa ne kadar kıymetli önemlisin/değerlisin dediğin insanlara, olaylara, varlıklara söylemine uygun davranabilmek, o zahmete girebilmek... Bazen fedakârlık yapmak, bazen zamanını ya da enerjini vermek, ihtiyacı olduğunda yanında olmak, iyi hissettirecek küçücük bir eylemde bulunmak..  Bazen de bunları çeşitli nedenlerle yapamadığında ya da hata yaptığında empatiyle, duyguları incitmeden ve hiç kimseye kendini değersiz hissettirmeden doğru iletişim kurarak neyi niye yapamadığını ifade etmek. 
 
Hiç kimse, hiçbir kurum ya da marka mükemmel değil; hatalarımız, eksikliklerimiz var. Bunları biliyoruz; çoğu zaman bu hata ve eksiklikleri gönüllü olarak tolere etmeye de hazırız. Ama özünde beklediğimiz şey, çabayı, daha iyisi için uğraşıldığını görmek, anlaşılmak ve sözlerle anlatılan değeri hissetmek. Hissedemediğimizde ise, ruhumuzda o beklentileri oluşturup söyledikleri ile yaptıkları arasındaki uyumsuzluğu görmeyenler hayal kırıklığı haline geliyor. Söylemlere yabancılaşıyor, hayal kırıklıklarımızı cebimize koyup o insan/marka/kurum ya da işyerinden uzaklaştırıyoruz ruhumuzu.
 
İki taraf da zarar görüyor aslında bu durumdan. Değeri gösteremeyen taraf, bir insanı, bir arkadaşı, bir müşteriyi, bir çalışanı, hayatındaki kişiyi ve kendisine duyulan güveni kaybediyor. Diğer taraf, "ben değerli, çabayı hakkeden biri değilim" duygusuyla mücadele etmekle baş başa kalıyor. 
 
Oysa, sonu hayal kırıklığı olmayan ilişkiler geliştirmek elimizde. Değer veriyorum demek önemli ama söylemek ile yapmak arasındaki boşluğu doldurmak asıl yapmamız gereken. Aksi hepimizi, her şeyi tüketecek çünkü..

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar