Değerli TL sorunu nasıl çözülür?

Tuğrul BELLİ
Tuğrul BELLİ GÜNDEM tugrulbelli@gmail.com

Haftabaşında Merkez Bankası'nın Reel Efektif Döviz Kuru Endeksinde yenilemeye gittiğini açıklamasıyla "ne olacak bu değerli TL'nin hali" tartışmaları yeniden alevlendi. 2003 yılı ortalaması 100 olarak alınan yeni TÜFE bazlı endekse göre TL Haziran 2010 itibarıyle %27.5 değerlenmiş. Eski seri ile düz bir karşılaştırma yapmak ise anlamsız çünkü eski serinin baz senesi 1995 yılıydı. Buna göre TL Mayıs sonunda %89 değerli gözükmekle birlikte, eski endeks 2003 bazına getirildiğinde değerlenme oranı %38'e düşüyor. Böyle mukayese edildiğinde yeni endeksin TL'deki değerlenmeyi daha az gösterdiği söylenebilir. Bunun başlıca nedeni de eskiden gelişmekte olan ülkelerin reel kur endeksinde ağırlığının olmamasıydı. (Bunu eski endeksin eğrisinin yeni endeksin gelişmiş ülkeler serisinin eğrisiyle çok yakın paralellik göstermesiyle anlıyoruz.)

Son dönemde genel olarak gelişmekte olan ülke paraları değerlendiği için, TL'nin ortalama değerlemesi de bu hesapla daha düşük çıkıyor. (Açıkçası bu serinin ilave ediliş nedenlerinden biri TL'nin aşırı değerli olduğu yönündeki görüşlere karşı MB'nın bir savunma tezi oluşturma çabası olabilir.) Son 7 senede TL gelişmekte olan ülke paralarına göre sadece %4 oranında değerlenmiş. Ancak, bu tür serilerde başlangıç noktası büyük fark yaratır. Örneğin, başlangıç olarak 2003 ortalaması değil de, krizin sonlandığı Mart 2009 alınırsa, bu süre içerisinde TL'nin %18.7 gelişmiş ülke paralarına göre, %10.8 ise gelişmekte olan ülke paralarına göre değerlendiği ortaya çıkıyor. Bu hiç de azımsanacak bir oran değil, ve son dönemde ihracatçıların serzenişlerini de oldukça iyi açıklamakta.

TL'nin "önlenemez" değerlenişi karşısında kur rejiminin tekrar yarı-esnek veya sabit bir sisteme döndürülmesi tartışmaları da alevlendi. Böyle bir tedbirin piyasa serbestiyetinde bir geri adım oluşturacağı ve genel olarak ticaret ortaklarımız ve AB tarafından da onaylanmayacağı ifade ediliyor. Diğer bir çözüm önerisi ise ihracatçılara yönelik bir kur garanti fonu kurulması. Ancak, bu da uygulamada serbest rekabeti zedeleyici bir ikili kur sistemine dönüşebilir. Nedense, en akılcı çözümlerden olan sermaye hareketlerine Tobin vergisi uygulaması ise pek rağbet görmüyor. (Tabii, enflasyondaki olumlu gelişmeler de dikkate alındığında, MB'nin nominal faizleri düşürmesi de ek bir tedbir olarak düşünülebilir.)

Serbest piyasacı ekonomistler ise çözüm olarak üretimde verimliliğin artırılarak birim maliyetlerin aşağı çekilmesini önermekteler. Bu kağıt üzerinde çok şık duran bir çözüm ama fiiliyatta bunun nasıl gerçekleştirileceği konusunda en ufak bir öneri de ortada yok. Esasen, verimlilik başlıca 3 şekilde artırılabilir. 1- Üretim adetlerini artırmak, 2- Üretim teknolojisini geliştirmek, 3- Reel ücretleri düşürmek.

Üretim adetlerini artırarak maliyetleri düşürmek, talep ve büyüme bakımından sıkıntılı bir dönemde olan ihracat pazarları dikkate alındığında, bugün için tek kelimeyle imkansız. Üretim teknolojisini geliştirmek ise hem çok uzun soluklu, hem de açıkçası Türkiye gibi gelişmekte olan bir ülkenin sadece özel teşebbüs yatırımlarıyla gerçekleştirmesi çok zor olan bir çözüm. Burada, yoğun devlet desteği (maddi, organizasyonel ve stratejik olarak) şart.

Verimlilik artışında geriye kalan tek çözüm ise kibar ifadesiyle "reel ücretleri düşürmek", daha kaba ama gerçekçi ifadesiyle de "çalışanları sömürmek". Aslında bu konuda son dönemde mini bir "başarı hikayemiz" de var. Şöyle ki, yayınlanan diğer bir yeni kur endeksi de "birim işgücü maliyeti bazlı" endeks. 2003'den beri TL toplamda %23.7 değerlenirken, bu endekse göre sadece %11.6 oranında değerlenmiş. Özellikle krizin tepe noktası olan 2008 3. çeyreğinden itibaren ise birim işgücü bazlı endeks %20'ye yakın gerilemiş bulunuyor. Ancak, dış ticarette reel ücretleri düşürerek rekabetçi olmaya çalışmak esasında bir "çıkmaz sokak". Genel olarak orta sınıfın alım gücünü zayıflatıcı etkisini bir kenara bıraksak bile, bu konuda Çin gibi büyüme stratejisini büyük ölçüde işçi sömürüsü üzerine inşaa etmiş bir devle rekabet etmek imkansız.

Son olarak geçen hafta açıklanan 1. çeyrek büyüme rakamları üzerine yapılan bazı yorumlara da değinmek isterim. Bu konuda "eğer net ihracat reel büyümeyi %6 düşürmeseydi, ilk çeyrekte %18 büyüyecektik" şeklinde külliyen yanlış açıklamalar yapıldı. Dış ticaret ekonominin genel işleyişinden soyutlanarak "olmasaydı ne olurdu" şeklinde değerlendirilebilecek bir parametre değil. Büyümeyi küçülttüğü iddia edilen ithalatın bileşenlerine baktığımızda sadece %14 kadarının nihai tüketim mallarından oluştuğunu görüyoruz. Geri kalanı ise büyük ölçüde ülke sanayisinin enerji ihtiyacını karşılayan yakıt ithalatı (%21), ülke içinde işlenerek nihai ürün haline getirilen ve sonuçta önemli bir kısmı da ihraç edilen hammadde ve yarı-mamül ithalatı (%50) ve yatırım malı ithalatı (%15). Diğer bir ifadeyle, eğer Türkiye bu miktarda ithalat yapmasaydı, üretimi ve dolayısıyla milli hasılası da en az o oranda düşük olacaktı.

Yeni serilerde,  TÜFE ve ÜFE bazlı endekslere ek olarak birim işgücü bazlı reel efektif döviz kuru endeksi türetilmiş,

Endeksteki en önemli değişiklik eski serilerde reel efektif döviz kuru endekslerinin ağırlık hesaplanmasında 1988-1990 dönemine ilişkin ticaret akımları kullanılırken yeni endekslerde 2006-2008 dönemi ticaret verileri kullanılması oldu. Ayrıca, eski endeks ağırlıklarının oluşturulmasında 19 adet ülke kapsanmakta iken yeni endekslerde ülke sayısı TÜFE bazlı endeks için 36'ya, ÜFE bazlı endeks için ise 31'e çıkarıldı. TÜFE bazlı endeks artık gelişmekte olan, gelişmiş ülkeler ve toplam olarak 3 seri halinde yayınlanıyor.

Reel Kur Endeksi ülkeler arasındaki enflasyon farkılılıkları dikkate alınarak hesaplanan bir kur endeksi. Örneğin, Türkiye'de nominal kurlarda 1 sene içerisinde %10 artış (devaluasyon) olsun. Eğer o sene içerisinde yurtdışı ortalamasına göre TÜFE %10 daha fazla ise, reel kur aynı kalmıştır.

Yeni endekse ilave edilen gelişmekte olan ülkeler serisine göre ise TL sadece %4 oranında değerli gözükmekte. Evet, TL ticaret yaptığımız gelişmekte olan ülkelere göre fazla değerlenmiş gözükmüyor. Ancak, uluslararası arenada Türkiye'nin en büyük rakiplerinden biri Çin. Çin ile ticaretimiz çok fazla olmadığı için (ithalatın yaklaşık %7.5'i, ihracatın %1'i) reel kur endeksinde renminbi çok ağırlıklı yer almıyor. Ancak, eğer TL'yi renminbi ile birebir kıyaslarsak, TL'nin son 6 yılda

. ayrıca TÜFE bazlı reel efektif döviz kuru endeksi, ülke ağırlıkları hesaplamalarına dahil edilen gelişmiş ve gelişmekte olan ülke grupları için ayrı ayrı hesaplanmıştır.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Dar bir koridor! 10 Ekim 2019
IMF 4. Madde bildirisi 26 Eylül 2019