Değer
Ülkemizin ekonomik, sosyal ve güvenlik sorunlarına bir de darbe eklendi. Darbeye mani olunamadı ama darbenin başarılı olmasına olundu. Darbe marbe, işletmelerin hayata devam zorunluluğu var. Zaten işletmecilik sohbetleri köşesinde darbenin ne işi var? Yine de ülkemizin durumu ortada. Resmi ağızlar ekonomimizin travmayı atlattığı, darbe yüzünden üç dört gün içinde kaybettiklerini geri aldığı, büyüme hızımızın düşmeyeceği yönünde demeçler veriyorlar. Sizin bunları duyup da derin bir oh çektiğinizi sanmıyorum.
Geçmişte işletme yöneticilerine ‘olağanüstü’ koşullarda ne yapmaları gerektiği konusunda yazılar çıkardı. Yüksek enflasyon olursa ne yapmalı, iç pazar daralınca ne yapmalı falan gibi. Bu yazımı darbe olursa ne yapmalı yazısı gibi algılamayın. Bu tür tavsiye yazılarına hiç sempatiyle bakmamışımdır. Bana hep yağmur yağar yağmaz ortaya üşüşen şemsiye satıcılarını hatırlattılar. Bunları ne işe yaradıkları konusunda hep ciddi şüphelerim oldu.
Bilirsiniz ekonomik hayatta en geçerli deyişlerden biri ‘Şuyuu vukuundan beter’ deyişidir. Resmi ağızların ne demesini beklersiniz. “Ekonomimiz travma geçiriyor, kayıplarımızı kısa sürede geri alamayız, büyüme hızımızı aşağı doğru revize etmek zorundayız” diyecek halleri yok ya. Deseler bu bir şeyle ilgili söylenti çıkmasının o şeyin gerçekten olmasından beter olması anlamına gelen şuyuu vukuundan beter deyişine müstesna bir örnek olurlar.
Sizde bende bilmesek bile en azından tahmin ediyoruzdur ki bunca olaydan sonra ekonomimiz için geçerli deyiş ‘şahtı şahbaz oldu’ deyişidir. Zaten iyi değildi beter oldu anlamına gelen bir deyiş. Ekonomik göstergeler o kadar kötü görünmese de benim konuştuğum iş adamları çok da iyimser değiller. Bu durumda ne yapmaları gerektiği konusunda soruları var, endişeliler. Bence haklılar. Biraz paranoya zaten faydalıdır. Sırası gelmiş paranoya çok faydalıdır.
Bu tür durumlarda maalesef verilecek ve yeri, göğü sarsacak tavsiyeler zaten yok. Allah kolaylık versin demenin ötesinde ne tavsiye edebilirim? diye düşünüyorum. Aklıma bir şey gelmiyor. Yazı yazmak için yazmak gibi bir motivasyonumda olmadığı için konuyu burada kapatıp başka bir konu hakkında yazmak üzereyken bir dostum yemek ziyaretine geldi. Orta boy bir şirketin hissedarı. Onun da canı sıkkın. Ancak ne yapacağına karar vermiş. Mutlu azınlık sayılır. İşini satacak ve küçük teknesinde Gümüşlük’te yerleşik emekliler arasına katılacak. Yemekte tartıştığımız şey firmasındaki hisselerini kaça satacağıydı. Buradan hareketle sizlere “Bu durumda ne uğraşıyorsunuz? Boş verin işletmeciliği, satın, savın ve gelin Bodrum’da geyik yaparız” tavsiyesinde bulunmayacağım ama hani olurda diye işinize yarayacağını umduğum bir kaç bilgi paylaşacağım.
Paylaşacağım konu işletmenizin değeri. İşletmenizi satmaya niyetiniz olmasa bile değerini hesaplamak kendi başına çok faydalı bir egzersizdir. Bazen muhasebede tutulan rakamlar altında saklanan öcüleri ancak bu tür hesaplamamalarla ortaya çıkarabilirsiniz. Siz belki biliyorsunuzdur ama benim konuştuğum bir çok işletmeci işletmelerinin değerlerinden bihaberdi.
Bir işletmenin değerinin hesaplanmasında bir çok yöntem vardır. Bunların büyük çoğunluğu uluslararası muhasebe kurallarına göre yapılan hesaplamalardır. Muhasebe işletme dalları içinde tarihsel olarak an az değişeni olduğundan, 21. Yüzyılın gereklerine yetmediği hep tartışılır ama pek bir şey de yapılamaz. Yine de değerlendirme konusunda elimizdeki yöntemler hep muhasebe tabanlıdır. Bu teknikleri önümüzdeki haftalarda özetleyeceğim.
Muhasebenin yetersizliği senelerdir tartışılır. Başta da değerlendirme, yani işletmenin kar zarar cetveli ve bilançolarda görünmeyen değerinin hesaplanması gelir. Hatırlayacaksınız işletmeleri finansal, insan, sabit sermaye ve altyapı, ilişkiler ve stratejik işbirliği, enformasyon ve know-how kaynaklarının pazarlama ve üretim işlevlerinde kullanıp getiri sağlamak amacına yönelik kurumlar olarak tarif etmiştik. Bu tanıma göre bir işletmenin elindeki bu kaynakların bir değeri olmak gerekir. Gerekir ama elimizde insan kaynaklarının, ilişkilerin, stratejik işbirliklerinin, enformasyon ve know-how’un değerini kayıt eden ve bunu formel olarak deftere geçiren bir muhasebe sistemi yok. Sözgelimi, enformasyonun değerini kaydeden muhasebe prosedürleri ortada yok. Bilgini günümüzdeki değerini bir düşünürseniz bunun bir garabet olduğunu da görürsünüz. Değeri defterlere geçmeyen bir diğer kaynakta insan kaynaklarıdır. İnsan kaynaklarının bir muhasebesinin olmaması 21. Yüzyılda ciddi bir sorun olarak dile getirilir ama bir çözümde bulunamamıştır. Enformasyon teknolojisi çağı denilen çağımızda insan gücü kaynaklarının değerinin sabit sermaye değerini kat be kat aşarak yeni bir devir başlattığını bilmeyen yok. Bugün milyarca dolara satılan bir çok high-tech iş bu değere insan kaynakları yüzünden sahip oluyor. Yoksa ne büyük finansman kaynakları var ne de çok değerli sabit sermayeleri. Bu değeri piyasa belirliyor. Yoksa muhasebe defterlerinde bir insan kaynakları kalemi yok. Ancak bu günümüze özgü bir olgu değil. Hep böyleydi. Bu olgu günümüzde alışık olmadığımız bazı iş kollarında ortaya çıktığı için ilginç geliyor.
Benim yaşımdakiler Devekuşu Kabare Tiyatrosu’nu hatırlarlar. Hani şu Türkiye’de kabare türü tiyatroya öncülük etmiş bir topluluk. 1967’de Haldun Taner, rahmetli dostum Zeki Alasya, ve kıymetli dostum Metin Akpınar ve Ahmet Gülhan tarafından kurulup da kapanana kadar her oyununu kapalı gişe oynayan gurup. Deyin ki bir yatırımcı olarak Devekuşu Kabare Tiyatrosu’nu satın almak istediniz. Sene 1970 hesaplayın bakalım ne teklif edersiniz? Devekuşu Kabare’nin muhasebe defterlerine bakıp ne metodu kullanırsanız kullanın Haldun Hoca, Zeki, Metin, Kemal Sunal ve diğerlerinin fiyatını hesaplayabilir misiniz? Böyle bir yaklaşımla rahmetli Zeki’nin tanımıyla komedyen olamazsınız ama komik olursunuz.
Her neyse arada bir durup işletmenizin piyasa değerine bir bakın. İyi bir yöneticilik alışkanlığı edinirsiniz. Haftaya devam edeceğim.
Sağlıcakla kalın.