Davranışsal iktisat ve Thaler’in dürtmesi
Bu seneki Nobel Sveriges Rijksbank Ödülü’nü Chicago Üniversitesi ekonomistlerinden Richard Thaler kazandı. Kendisi iktisadın alt dallarından birini oluşturan “davranışsal iktisat” alanında uzmanlaşmış bir iktisatçı. Akademik çalışmalarının yanısıra uzmanlık gerektirmeyen ve genel okuyucuya da hitap eden (en bilineni Dürtme (Nudge) olmak üzere) kitapları da var. Bu ödülü daha önce de (2002’de) bu dalın kurucusu sayılabilecek Daniel Kahneman kazanmıştı.
Son yıllarda davranışsal iktisat çok revaçta. Hatta, öyle ki, Obama’nın görevi bırakmadan önce imzaladığı KHK’lardan biri tüm kamu projelerinde “davranışsal iktisat” ilkelerinin kullanılması ile ilgiliydi. Davranışsal iktisat insanların iktisadi kararlar alırken her zaman “akılcı” davranmadığını, pek çok sosyal, kültürel ve psikolojik etki altında karar verdiğini, ve iktisat politikalarının da bu faktörler dikkate alınarak tasarlanması ve uygulanması gerektiğini savunur. Söz konusu iktisat politikaları şirket veya birey bazında olabileceği gibi, devlet ve hatta devletlerarası politikalar da olabilir.
Ekonomik kararları etkileyen özellikle 3 psikolojik yanlılıktan (bias) bahsedilebilir: kısıtlı rasyonalite, hakkaniyet algısı ve irade zaafiyeti. Thaler’in çalışmalarından kısıtlı rasyonaliteye iyi bir örnek yakalananları öldürme ihtimali binde bir olan bir hastalığa yakalandığınızda tedavisi için kaç para verirsiniz, eğer bu hastalık için kobay olursanız (ölme ihtimali gene binde bir) kaç para istersiniz sorularına verilen cevaplar. Ankete katılanlar ortalamada tedavi için 200 dolar vereceklerini, kobay olmak için ise 10 bin dolar isteyeceklerini yazmışlar. Halbuki ikisinde de size aslında aynı soru, binde bir ölme ihtimaline kaç para değer biçersiniz sorusu, yöneltiliyor.
Hakkaniyet algısının iktisadi kararlara etkisine bir örnek ise çalışanların ücretleri ile ilgili algısı. Çalışanlar aldıkları ücretlerin hakkaniyeti bozacak bir şekilde düşük olduğu kanısına varırsa motivasyon ve verimlilikleri de düşmekte. Böyle bir durumda, şirket perspektifinden bakıldığında, ilk başta öyle görünmemekle birlikte, belki de düşük ücret-düşük verimlilik yerine yüksek ücret-yüksek verimlilik daha akılcı bir çözüm olabilir.
İrade ve kendini kontrol zaafiyeti de hayatın her alanında olduğu gibi iktisadi kararlarımızı da etkilemekte. Bazen bu zaafiyetin üstesinden gelmek için kendimizi bazı mukavelelerle bağlamaya da çalışırız: Zayıflamak için bir fitness salonuna üye olmak gibi. Bu aslında kendi kendimize uyguladığımız bir “dürtme”dir. (“Dürtme” kavramı küçük teşvikler ve sosyal hareket planları tasarlayarak insanları daha rasyonel kararlar almaya “ittirmek” olarak tanımlanabilir.) Yoksa, hepimiz biliyoruz ki, zayıflamak için çoğu zaman böyle bir parasal maliyete katlanmaya gerek yok.
İrade zaafiyeti aynı zamanda uzun vadeli kararlar almak yerine kısa vadeli çözümleri tercih etmeye de sebep olur. Bu nokta ile ilgili davranışsal iktisadın (ve Thaler’in de) en yoğun ilgi gösterdiği konulardan birisi de kişisel tasarruflar ve emeklilik birikimleri konusu. Nitekim Türkiye’de de BES’in uygulaması sırasında davranışsal iktisatın ortaya koyduğu çözümlerden yararlanıldığını (veya yararlanılması gerektiğini) düşünüyorum. Örneğin çalışanları otomatik olarak BES sistemine kaydetme tipik bir “dürtme” stratejisi. Thaler bu sisteme ilave olarak SMart (Save more for tomorrow – Yarın için daha fazla biriktir) adını verdiği bir plan daha tasarlamış. Buna göre kişilerin emeklilik birikimlerine yaptıkları katkıların her sene biraz daha artırılması söz konusu. Hatta eğer kişi bir terfi zammı alırsa, bu zammın yarısının da birikimlere katılması teşvik edilmekte.
Sadece kişilerin tasarruflarını artırmak değil, aynı zamanda doğru alanlara yönlendirmek de davranışsal iktisadın amaçlarından biri. Gene emeklilik tasarrufları bağlamında düşünürsek, bu tasarrufların tamamının sağlam ama son derece düşük getiri sağlayan varlıklara yönlendirilmesi (özellikle bu tasarrufların 20-30 sene vadede kullanılacağı dikkate alınırsa) aslında hiç de rasyonel bir strateji değil. Portföyün çeşitlendirilmesi, ve uzun vadede her zaman diğer varlık sınıflarının üzerinde getirisi olduğu ispatlanmış hisse senetlerine yatırım yapılması daha akılcı bir strateji. Ancak gelin görün ki, fiiliyatta pek öyle olmuyor, çoğu kişi sağlam varlıkları tercih ediyor.
Tabii, davranışsal iktisadın son derece tartışmaya açık bir zayıf noktası da var. Şirketler ve devletler belirli çözümlerin çalışanların ve bireylerin yararına olduğunu düşünerek çeşitli “dürtme” stratejileri geliştirebilirler. Ancak belki inandıkları çözümler çok da doğru değildir. Ya da, tamamen kötü niyetli olarak hareket ediyorlardır. Richard Thaler devletin bireylerin iktisadi kararlarını düzeltici müdahelede bulunmasına “liberteryen paternalizm” adını veriyor. Ancak bu prensipler her zaman liberteryen olmayabilir. Veya paternalizm iyice müdaheleci bir totaliteryanizme kayabilir.