Darbe girişimi sonrası Türkiye ekonomisi
Maalesef geçen hafta Türkiye elim ve kanlı bir darbe teşebbüsü ile karşı karşıya kaldı. (Teşebbüste bulunanlar için “gözü dönmüş caniler”- den başka bir sıfat aklıma gelmiyor doğrusu.) Olayın ekonomiye etkilerini kısa ve orta-uzun vade olarak 2 grupta ele almakta fayda var.
Kısa vadede olağan piyasa tepkilerini (borsanın gerilemesi, tahvil faizlerinin artması ve TL’nin değer kaybı gibi) yaşadık ve bir süre daha yaşayacağız. Konjonktür olarak da bu girişimin zamanlamasının çok iyi olduğu söylenemez. ABD verilerinin iyi gelmesi ve küresel finans piyasalarının Brexit şokunu üstünden atmış görünmesiyle birlikte, Fed’in faiz artırımlarına kaldığı yerden devam edeceği beklentisi yeniden güçlendi. Hatta, Fed’den “iyi koku alması” ile bilinen gazeteci Jon Hilsenrath’ göre artırım sene sonundan önce (Eylül ayı gibi) bile gelebilir. Bu durumun bizim gibi gelişmekte olan ülkeler para birimleri üzerindeki baskıyı artıracağı herkesin malumu. (Nitekim TL’nin son günlerdeki değer kaybının bir kısmı Fed faiz beklentisinin kısmen satın alınmasından kaynaklanıyor).
Diğer kritik süreç ise Moody’s’in yakın zamanda Türkiye notunu gözden geçirecek olması. Açıkçası salt ‘bastırılmış bir darbe girişimi’ nedeniyle Moody’s’in not indirimine giderek Türkiye’yi ‘yatırım yapılabilir’ seviyesinin altına çekmesi oldukça garip olur doğrusu. Bu konjonktürde MB’nin 25 puan daha indirime gitmesi de oldukça eleştirildi, ancak açıkçası 25 baz puanın TL’nin stabilitesinin korunması açısından çok da bir etkisi olacağını düşünmüyorum. Öte yandan, bu faiz indiriminin uzun bir süre için son faiz indirimi olacağı da açık. Özellikle, TL’deki hareketlenme ile birlikte, zaten Haziran ayında ciddi şekilde kafasını kaldırmış olan enfl asyonun yüzde 8’lerin üstüne tırmanma riskinin belirmiş olması dikkate alındığında. Olayların bir de orta-uzun vadeli etkisi olacak. Zaten yılın 2. yarısında ekonomik büyümede bir yavaşlama beklenmekteydi. Bu son durumla birlikte yavaşlamanın kesinleşmiş olduğu söylenebilir. Bu durum ister istemez bütçe açığı üzerinde ek bir baskı yaratacaktır. (Zaten 7.9 milyar TL açık veren Haziran bütçesi pek de iyi bir gidişata işaret etmiyordu.) Ancak gerek kamu borçluluğunun düşük olması, gerekse de açığın milli gelirin yüzde 3’ünü geçme ihtimalinin olmaması nedeniyle bu durum çok büyük bir risk oluşturmuyor. Aksine ekonominin yavaşlayacak olması daha önemli bir risk unsuru olan cari açığın kontrol altında kalmasını da sağlayabilir.
Pek çok yazımda Türkiye ekonomisi ile ilgili 3 majör zaafiyeti dile getirip durdum: Yatırım oranlarının düşüklüğü, partizan kadrolaşma ve hükümet-büyük sermaye arasında karşılıklı güvensizlik nedeniyle bir türlü normalize edilemeyen ilişkiler. Eğer kamu personeli tasviyeleri ve şirket el koymaları bir cadı avına dönüşürse, yatırımların 2008 küresel krizinde bile görmediğimiz seviyelere düşeceği açık. Zaten son dönemlerdeki büyüme de yatırım değil, iç tüketim ağırlıklıydı, yani (The Economist dergisinin güzel bir benzetmesiyle) protein değil de, karbonhidrat ağırlıklı bir beslenmenin sonucuydu ve böyle olduğu için de sürdürülemezdi.
Aslında “her şerden hayır doğar” misali, bu darbe girişimi Türkiye’de uzun süredir yaşanmakta olan toplumsal bölünme ve cemaatleşme/ mezhepleşme gibi ülke olarak bütünlüğümüzü ve geleceğimizi büyük bir belirsizliğe iten gelişmelerin bertaraf edilmesi için önemli bir fırsat sunmakta. Bunun için ise AKP ve özellikle Cumhurbaşkanı’na büyük sorumluluklar düşüyor. Eğer ayrımcılık ve çoğunlukçuluk siyasetleri bir kenara atılır, toplumun tüm kesimleriyle açık ve önyargısız iletişim kanalları açılır, kayırımcılık ortadan kaldırılır ve sadece liyakata bağlı bir kadrolaşma gerçekleştirilirse, ülkenin önü açılabilir. (Muhalefetin topyekün olarak ve tereddütsüz bir şekilde hükümete ve demokrasiye destek vermiş olması da, kuşkusuz bu yönde bir gelişime fırsat vermekte.) Aksini düşünmek bile istemiyorum.